Berka Beste Kopuz ile Kent ve Konumlandığımız Yer ile Kurduğumuz İlişkiler Üzerine

”Hem bir birey, hem de bir sanatçı olarak son dönemlerde daha çok kent ve konumlandığımız yer ile kurduğumuz ilişkileri, temas ettiğimiz materyaller üzerinden yeniden düşünüyor ve alternatif bir diyalog kurmak adına herkese öneriyorum. ”

2020 yılından bu yana sanatçı Arek Qadrra ile birlikte hazırladıkları ”Batarken Güneş Ardında Tepelerin” isimli ilk duo-solo sergilerinde, sanatçılar çevre felaketlerinin politik ve sosyolojik alanda izini sürerken kapitalist tüketim döngüsü içinde sıkışmış insana dair önemli bir eleştiri de sunuyorlar.  Sergi, yaptığı eleştiri ve sorduğu sorular aracılığıyla bu konuda verimli etkileşimler doğurmayı da amaçlıyor.

Sergi sanatçılarından Berka Beste Kopuz ile kendi sanat pratiği çerçevesinde; kent hafızası, yaşam alanları ve bu alanların değişimine bağlı olarak dönüşen alışkanlıklar, ekolojik ve kentsel politikaları konuştuk. Kasa Galeri’de devam eden sergi, 22 Mart tarihine kadar ziyaret edilebilir.

Röportaj: Buket Bal

Buket Bal: Sanata olan ilgin nasıl başladı ve bu ilgi nasıl profesyonellik kazandı?

Berka Beste Kopuz: Sanat alanına olan ilgim küçük yaşlarda aslında kendini belli etmiş diyebilirim. Bu süreçte özellikle ablamın bunu farketmesi ve yönlendirmeleri ile daha profesyonel anlamda bir eğitim almaya karar vererek Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim bölümüne derece ile girdim. İlk etapta kaygılarım olsa da üniversitenin ilk yıllarında Bülent Şangar’la yolumun kesişmesi sayesinde sanatın farklı alanları ile tanışma fırsatım oldu ve bu alanda profesyonel olarak devam etmeye karar verdim.

B.B. : Ekoloji, kent belleği, değişen yaşam alanlarına bağlı olarak dönüşen alışkanlıklar, kültür ve gelenek.. bütün bunlar kent ekseninde şekillenen başlıklar ve sen de ağırlıklı olarak bu konular üzerine çalışıyorsun. Seni bu konularla ilişkilendiren; tetikleyicin ne oldu ?
B.B.K. : Üniversite yıllarında başlayan kendimi tanıma yolculuğu, sanat alanında da üretimlerime yansımaya başladı. O dönem başta kendim olmak üzere görünenin ötesini sorgulamaya başladım. Bu, ilerleyen süreçte pratiğime kent üzerinden yön verdi. Kentlerin görünen yüzünün dışında nasıl anlatılar barındırdığını düşünerek, katmanlarını yüzeye çıkarmaya çalışmak en büyük motivasyonum oldu. Bu noktada kendimi sanatçıdan önce, bir iz sürücü olarak tanımlamayı tercih ediyorum.

B.B. : Kent değişse de geçmişini kendinde taşır ve İstanbul’da bunun şahane örneklerinden biri bana kalırsa. Senin için kent nedir ve hafızasında neler taşır?
B.B.K. : “İster bütünsel isterse de parçalı olsun, yıkıp-yapma kentin tamamen yıkılması anlamına gelmez, geride en az irili ufaklı, parçalı, bütünlü, bazı izler kalır ki, artifaktların yani insan yapımı nesnelerin en hacimlisi olan kenti, ölçüsünün yanı sıra diğer artifaktlardan ayıran en önemli özelliği de tamamen yok edilememesi ve her durumda geride öncesinden bir şeyler bırakmasıdır.”
İhsan Bilgin’in bu cümlesi aslında benim kente bakışımı tarif eden, üretimlerime yön veren bir cümle.
Her ne kadar farklı etkenler olsa da kentlerin de kendilerini var etme biçimleri var. Bu noktada her mekanın bir hafızası olduğunu düşünen bir sanatçı olarak kentlerin de makro ölçekte bunun bir örneği olduğu kanısındayım.
Bu sebeple kentler; bitmeyen ve kazdıkça altından ne sürprizlerin çıkacağını bilmediğimiz hem fiziksel hem de hafıza bağlamında bir arkeoloji alanı aslında.

B.B. : Üretimlerinde tercih ettiğin malzemelerin eleştiri ve anlatı noktasında birbirleriyle olan ilişkisinden bahsedebilir misin ?
B.B.K. : Özellikle son dönem çalışmalarımda araştırma tabanlı projeler yürütüyorum. Bu sebeple de üretimlerimde mekana özgü çalışmayı önemsiyorum.
Çalışmanın sergileneceği mekanın tarihi, fiziksel etkenleri üretimimin kavramsal altyapısına ve üretim biçimime yön veren en önemli iki etken.

B.B. : ‘Kent’ oldukça dinamik bir kavram. Kendini yenileyen, kaotik, aynı zamanda sistematize edilmiş veya edilebilir bir yapıda. Bu yanıyla kentte yaşayan insan da bu akışın önemli bir parçası; yani hem kenti dönüştüren hem de kentle beraber dönüşen.. Bu döngüdeki kent ve kentli kavramları birbirini ne derecede etkiliyor?
B.B.K. : Öncelikle kenti oluşturan mimari öğelerin de toplumun ve bireyin hafızasını yansıtmada önemli birer iz olduklarını unutmamak gerek diye düşünüyorum. Mimari, fiziksel olmasının yanı sıra hafızayı günümüze taşıyan değerler bütünü olarak da insan varlığının izlerini yansıtıyor. Bu sebeple mekan dediğimiz mimari ve katı olan form, insanoğlu ile kurduğu ilişki-yaşantı ile birlikte aslında akışkan, değişken ve canlı bir forma dönüşmekte. Bu açıdan mekanların insanların üzerindeki potansiyellerini de göz ardı etmemeliyiz. Dolayısıyla kent-kentli ilişkisinin karşılıklı bir diyalog olduğunu düşünüyorum. Ve sürekli diyalog halinde olmaları sebebi ile birbirlerini oldukça etkilemekteler.

B.B. : Kapitalist döngünün bir parçası olarak kentin tüketilmek üzere yenilenen önemli bir anlamı da var. Bu anlam, ifade ettikleriyle insanların muhtelif sebeplerle kırsaldan kente göç etmelerine de sebep oluyor. Doğayla olan bağların kopması, artık materyalizmin öznesi olmuş olan insanın özüyle bağlarını da koparması anlamına geliyor, bu kaygısızlık, çevresel felaketlerin, kültürel yozlaşmanın ve kimliksizleşmenin de başlangıcı sayılabilir mi?
B.B.K. : Kenti insan odaklı görmeye ne yazık ki çok alışkınız. Ancak her şeyden önce kentte canlı bir organizma aslında. Bu noktada kentlerin de metabolik bir süreci ve döngüsü var. Elbette kapitalist sistemin hakim olduğu bu dönemde, metabolik süreçlerin etkileri her gün daha da keskin bir şekilde gözler önüne serilmekte. Bu noktada günümüz dünyasında ve kentlerinde artık en sık temas ettiğimiz materyallerden biri topraktan önce beton. Belki de günümüz yaşantısında karşımıza çıkan soruların cevabını yanlış yerde arıyoruzdur. Hem bir birey, hem de bir sanatçı olarak son dönemlerde daha çok kent ve konumlandığımız yer ile kurduğumuz ilişkileri, temas ettiğimiz materyaller üzerinden yeniden düşünüyor ve alternatif bir diyalog kurmak adına herkese öneriyorum.

B.B. : Güncel ve gelecek sergi projelerin neler?
B.B.K. : 2018 yılında beri Arek Qadrra ile ab+ adı altında ortak üretimler gerçekleştiriyoruz. Şu anda da 2020 yılında başladığımız ve “Batarken Güneş Ardında Tepelerin” ismi ile Kasa Galeri’de sergilenen ilk duo-solo sergimiz yer almakta. Serginin kapsamı bir kentin metabolik sürecinin ne gibi katmanlar barındırdığı ve bu katmanların birbiri ile nasıl bir ilişki içerisinde olduklarını düşündüğümüz, uzun soluklu bir araştırma, saha gezisi ve kişisel deneyimlerimizden yola çıkıyor. Gelen ziyaretçileri “Doğa Bürokrasiden Ne Anlar?” sorusu ile başbaşa bırakarak düşünsel bir süreç başlatmayı hedefliyoruz. 22 Mart’ tarihine kadar Kasa Galeri’de ziyaret edilebilir.
Bunun dışında kişisel çalışmalarıma kent belleği üzerinden araştırma tabanlı projeler ve yapı malzemeleri odağında üretimler ile devam ediyorum. Önümüzdeki dönem ise daha önce ertelenmiş olan; yaşadığım yere dair bir anlatı oluşturan, “Toprak Biriktirir Geçmişi” isimli ikinci kişisel sergim açılacak. Sergi kapsamında arşiv ve tarihsel anlatı üzerine alternatif bir bakış sunan yayın projesi de devam etmekte.