Röportaj: Buket Bal
1994 yılından bu yana yurtiçi ve yurtdışında ürettikleriyle, Türkiye’de çağdaş sanat dendiğinde aklımıza gelen ilk isimlerden biri Gül Ilgaz. Yaptığı çalışmalarla, izleyicisinin kişisel yaşamındaki kırılganlıklarına, küstüklerine, sırt çevirdiklerine, eleştirdiklerine ve hatta belki travmalarına dokunan; kendi hatıralarıyla; içsel deneyimleriyle, kişisel ve toplumsal bilinçaltımızı kurcalayan ve bu sayede samimiyetinden asla ödün vermeyen bir sanatçı.
Sanatçıyla, 90’lı yıllardan günümüze dönüşerek gelen ve kendi bağlamında çoğu zaman kişisel bir hatırayı referans alan işlerini, bu üretimlerin izleyiciye yansıyan taraflarıyla nasıl bir ortak zeminde buluştuğunu; ağırlıklı olarak ”kimlik, cinsiyet, yaşamın yarattığı izler, iç çatışmalar, duygu durumları, bellek ve kent” konuları etrafında şekillenen eserlerinin üretim süreçlerini konuştuk.
Buket Bal: Dil eğitimi için gittiğiniz Fransa’da içinde bulunduğunuz arkadaş grubunuz ve Fransa atmosferinin sizi etkilemesi sonucu resim okumaya karar verdiğinizi biliyorum. Fransa’dan dönünce Güzel Sanatlar Akademisi’nin sınavlarına hazırlanıp, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim eğitimi aldınız. Resimle başladığınız sanat yaşamınızda Akademi’nin size katkısı ne oldu? Resim; fotoğraf, video ve enstalasyona nasıl evrildi?
Gül Ilgaz: Akademinin en verimli senesi Temel Sanat eğitimi aldığımız ilk seneydi, sonrasında da Özdemir Altan ve Devrim Erbil atölyelerinde eğitimime devam ettim. Okulun yanısıra Mehmet Güleryüz’ den de eğitim aldım. Son yıl kavramsal sanat çalışmalarına katıldım ve bu çalışmalar 3-4 sene devam etti. Böylece sanatta geleneksel malzemenin dışında yeni medyumlarla çalışma pratiği elde ettim. Sonrasında; 2000’li yılların başında bu çalışmalardan ayrılarak Yerli Malı, Yurttan Sesler ve Aileye Mahsustur sergilerini o dönem sanatçılarının da katılımı ile gerçekleştirdik. Bu sergilerle birlikte fotoğraf, video ve enstalasyon çalışma pratiğimin içinde yer almaya başladı.
Buket Bal: Üretimleriniz toplumsal normlar, cinsiyet, göç gibi herkesi etkileyen çeşitli kavramlar etrafında şekilleniyor. Fakat bununla beraber konu her ne kadar çoğu insanın tanık/aşina olduğu; bilinen bir mesele de olsa çıkış noktanız size ait olan, oldukça kişisel bir hatırayı barındırıyor. Buradan yola çıkarak izleyici bazen kendine ait bir kırgınlıkla veya mutlulukla; o an ona çağrıştırdığınız hatıralar aracılığıyla eserle bir bağ kuruyor. Bu nedenle üretimlerinizin en temel özelliğinin samimiyet olduğunu görüyorum. Bu noktada bir üretimi gerçekleştirirken nasıl çalışmaya başlıyorsunuz? Çalışma sürecinizde kendi geçmişinizle yeniden kurduğunuz bağ duygusal ve düşünsel olarak sizi nasıl bir noktaya taşıyor?
Gül Ilgaz: Hepimiz için en sorgulanmaz bilgi yaşamın bizlere dokunduğu noktalardan gelen bilgidir. Kişiseldir, bir o kadar da bizim gerçeğimizdir. Yaşadığım atmosferin kendi üzerimdeki etkisi üzerinden hareket ediyorum; yani yaşadığım ana dikkatimi veriyorum. Bu bazen aile çevresi, bazen içinde yaşadığım toplumun dayatmaları, bazen de tüm dünyayı saran bir durum olabiliyor. Bu etkileşimler doğaldır ki sadece benim tarafımdan yaşanmıyor, benzer durumlarla karşılaşan pek çok kişi benzer deneyimler yaşıyor. Böylelikle yapıtlar da o oranda izleyici ile iletişime geçip ortak bir duyguda buluşulabiliyor. Farklılıklardan ziyade, insan olmanın getirdiği ortak bir paydada buluşabilmek beni ilgilendiriyor. Yaşanan durumun hissiyatından yola çıkıp sonrasında bunu nasıl bir görsel dile dönüştürebilirim sorusu eşliğinde, hangi imgeler ya da hangi metaforlar aracılığı ile bu hissin tercümesinin sağlanabileceği konusunda zihnimde bir yolculuğa çıkıyorum. Nasıl bir malzemenin kullanılacağı; bunun fotoğraf mı, video mu ya da bir mekan yerleştirmesi mi olacağı o zihinsel yolculuk sırasında belirginleşiyor. Hissiyat ile başlanan yol zihinsel bir sürece dönüşerek yapma pratiği ile birlikte olgunlaşıyor ve sonuçlanıyor diyebilirim. Yapıp etme sürecinde ise pek çok araştırmalar, yanılmalar ve vazgeçmeler sonucunda üretilen iş nihai haline ulaşıyor. Tabii ki daha sonra izleyicinin katılımı ve onu kendi iç dünyasında yeniden yapması ile tamamlanıyor.
B.B. : Çalışmalarınızda kullandığınız malzemelerin, ürettiğiniz eserlerle kurduğu ayrı bir bağ var ve bu izleyicinin de eseri içselleştirmesini sağlıyor bence. Ses, fotoğraf, tuval, tül… bu malzemeleri seçiyor olmanızın, eserinizin içeriğiyle olan ilişkisi, üretim dilinize olan katkısı nedir?
G.I. : Kavramsal Sanat çalışmaları sırasında tuval ve tuvalin 3 boyutlu bir nesne olarak sorgulanmasına yönelik işler üretiyordum. Tuval aynı zamanda beni sanat tarihine de bağlayan bir malzeme. Nihayetinde tuval de bir bez veya bir kumaş. Tül ise hem bir kumaş hem de geçirgenliği ve hafifliği ile kendine ait hissiyatı olan bir malzeme olması bakımından somutlaştırmak istediğim duygu veya düşünce için uygun bir malzeme niteliği taşıyor. Perdeler de hep dikkatimi çeker, metaforik olarak benim anlam dünyamda yer alırlar, bir taraftan bir yere bağlıdırlar öte yandan da uçuşurlar- salınırlar. Perdelerin drapeleri vardır ve o kıvrımlar beni Akademinin ilk yıllarına ve resim sanatına bağlar. Perdeler penceresiz olmazlar, her bir pencere bir kadrajdır aynı zamanda; dışarıyı içeriden ayırır, dışarıya açılır veya içeri kapanırlar. Yani farklı ruh hallerini bünyelerinde barındırırlar. Bu imgeler bazen fotoğraf olarak, bazen de bir mekan düzenlemesi olarak işlerimin malzemesini oluşturur. Ses ise ilk sergilerimden bu yana zaman zaman işlerimde kullanmış olduğum bir öge olarak ilk çalışmalarımda görseli tamamlayan ya da destekleyen bir unsur olarak yer alıyordu. Ancak en son katılmış olduğum Galerist de sergilenen “Bir Anlık Yokluk” sergisinde, babamın evi boşaltılırken yapmış olduğum kendi ses kaydım mekanda başka hiçbir şey olmaksızın konumlandı.
GALERİST, ”Bir Anlık Yokluk” Sergisi, Gül Ilgaz, Foggy Vision, 2015, Fine art print, 40x60cm
B.B. : 2000 Yılında gerçekleşen Yerli Malı sergisinde gördüğümüz ”Bebek ve Bayrak” adlı çalışmanız, kendi yaşamınıza baktığınız fakat bir yandan da toplumsal normların üzerimizde ne tür bir etki bıraktığına dair önemli bir eleştiri yapan bir işiniz. Çocukluğunuza ait bir anı aracılığıyla otorite ve toplum bağlamında güçlü bir eleştiri barındıran bu işiniz her dönem güncelliğini koruyan kanonik bir yapıya sahip. Üretimlerinizin, farklı dönemlerde, farklı biçimlerde toplumla kurduğu bağ hakkında neler söylersiniz?
G.I. : Bebek ve Bayrak adlı çalışmayı gerçekleştirdiğim sırada toplumun bizim üzerimizdeki işlenmişlikleri ve empozeleri üzerine çalışıyordum, kendi yaşamımdan bunları ayıklamaya çalıştığım bir dönemdi. Belki işlenmişliklerimiz bugün daha farklı olabilir ama hala var ve devam ediyor. Aslında keşke bu konular güncelliğini kaybetmiş olsa ve benim işim geçmişte kalmış olsa. Zira bu durumların hala güncelliğini koruması, bir arpa boyu yol almadığımızın göstergesi oluyor.
Elhamra Sanat Galerisi, “Yerli Malı” sergisi, Gül Ilgaz, Bebek ve Bayrak, 2000, Yerleştirme
B.B. : Sanatın farklı kollarında sanat tarihindeki önemli işleri referans gösteren çokça üretim mevcut. Ben bunun sanat yapıtının anlamını çoğalttığını, geçmiş ve günümüz arasında bir noktada önemli bir bağ kurduğunu düşünüyorum. Sizin de eserlerinizde referans gösterdiğiniz önemli eserler mevcut. Güncel olanla geçmiş arasında sanat tarihinden aşina olduğumuz resimler aracılığıyla bağ kurmak hakkında ne düşünüyorsunuz?
G.I. : Akademide güçlü bir Sanat Tarihi eğitimi aldık, klasik olsun çağdaş olsun usta sanatçıları hayranlıkla inceledik. Dolayısı ile benim zihnimin bir kenarında bu yapıtlar her zaman yer alıyor. Bazı işlerimde eğer fırsat bulurlarsa işlerimin içine giriveriyorlar, bu çağrışımsal bir düzlemde oluyor ve anlam arayışımda bana yardımcı olarak yapıta yeni bir katman katıyorlar. İşlerimin çok katmanlı olması benim zaten tercih ettiğim bir unsur.
B.B. : Kolektif olarak çalışmak, bu bilinçle yaşamak ve üretmek sanatçıya nasıl bir fayda sağlar?
G. I. : Sanat hayatımın özellikle başlarında çokça kolektif çalışmaların içinde bulundum. Birlikte olmak ve üretmek bir sanatçıyı çok zenginleştiren bir unsur. Fikir paylaşımları , birlikte okumalar yapmak, birbirinin çalışmalarını eleştirmek ve birlikte hareket etmek son derece besleyici oluyor.
B.B. : Türkiye sosyo-kültürel yapısı, ekonomik durumu ve kalan tüm dinamikleriyle genel anlamda değişken ve gergin bir yapıya sahip. Bu yapı sanatçının mesele edinebileceği birçok sorunu barındırıyor. Fakat sanatçı her zaman bir meseleyi dert edinmek veya eleştirmek zorunda mıdır? Bir üretimin güçlü bir kavramsal zeminde şekillenmemesi onunla kurulan bağı ve meselesini ne derece etkiler?
G. I. : Sanatçı belli bir sorunsalı olan kişidir. Sorun olmasa bile kendine sorun çıkaran ve problem yaratandır. Biliminsanları ile bu hususta örtüşür. Bilim insanları da önce problemi yaratırlar sonra ona çözüm bulmaya çalışırlar. Bir sanatçı felsefi, bilimsel, teknolojik, toplumsal veya kişisel bir konuyu dert edinebilir ve onun çevresinde üretimlerini gerçekleştirebilir. Sanatçılar yaşadıkları çağın tanığıdırlar ve çağın sorunsallarını dönüştürerek görsel, kavramsal ya da işitsel bir dil ile bize iletirler, durumların altını çizerler, çözüm bulmak durumunda değillerdir. Yaşanan çağın aurasını yansıtırlar.
B.B. : ”Babamın Evi” enstalasyonunuzda babanızın kendi aile fotoğraflarınızı yerleştirdiği duvarınızı görüyoruz. Bu duvar kendi gerçekliğinde bakarsak bir enstalasyon fakat babanız bir sanatçı değil. Babanız bu hikâyede sizin tabirinizle bir Ara Yol. Ara Yollar ve Ana Yollar dediğiniz; Ara Yollar’a; yani sanatçı olmak için üretim yapmayan insanlar biriktirdiğinizi, bu insanlarla tanıştığınızı biliyorum. Bu tanışmaları, projeye çevirme fikri nasıl ortaya çıktı?
G.I.: Sizin de değindiğiniz gibi, babam belli bir yaştan sonra daha çok evde vakit geçirmeye başladığında evin oturma odasının tüm duvarlarını fotoğraflarla kapladı, arada gazete kupürleri ve yazılar da vardı. Babam hiç bir sanat eğitimi almamış olmasına rağmen değme sanatçılara taş çıkartan bir foto-enstalasyon yapmıştı. Onu ziyarete gelenlere fotografları ve onların hikayelerini anlatır adeta o anları tekrar yaşardı. Bunu yapmak ona çok iyi gelmiş onu hayata bağlamıştı. Daha sonra Bodrum’da Cuma ile tanıştım, o da eğitim almamış olmasına ve kendine sanatçı dememesine rağmen dallardan ve kütüklerden olağanüstü heykeller yapıyordu, geniş bir alanda bunları sergileyerek bir heykel tarlası oluşturmuştu. Hem babamın hem de Cuma’ nın bu tavrı salt bir içten geliş ile üreten başkalarını da araştırmaya itti. Bu minvalde çalışan yirmiye yakın kişiyle tanıştım ve onların hikayelerini kaydettiğim bir kitapçık hazırladım. Beni burada ilgilendiren buradaki engel olunamaz sanat yapma dürtüsüydü. Hepsi beklentisiz bir şekilde özgürce olağanüstü yaratıcılıkta işler yapıyorlar, galeri, izleyici, koleksiyoner vs. gibi sanatın kurumlarından uzak bir şekilde sadece üretiyorlardı. “Sanatçıyı, sanatçı yapan nedir? “Sorusu bu proje aracılığı ile tartışmaya açtığım bir soru oldu.
Gaia Sanat Galerisi, “Yumuşak Bir İnişi Takiben Dik Bir Uçurum” Sergisi, Gül Ilgaz, Babamın Evi, 2016, Yerleştirme
B.B. : Galerist’te Ela Atakan küratörlüğünde gerçekleşen ”Bir Anlık Yokluk” sergisinde; Burçak Bingöl, Sophie Calle ve Ayça Telgeren’le birlikte yer aldınız. Bu sergi nasıl ortaya çıktı? Ve önümüzdeki günlerde bizleri bekleyen başka projeleriniz var mı?
G.I. : Ela Atakan ile bir yılı aşkın bir zamandır kişisel bir sergi projesi üzerinde çalışıyoruz. Galerist’in şubat-mart aylarında olan bir sergi iptalinden dolayı Ela Atakan ile irtibata geçmesi üzerine 4 kadın sanatçıdan oluşan “Bir Anlık Yokluk“ sergisi gündeme geldi. Yoğun bir çalışma döneminin ardında birbiri ile akışkan bir ilişki içinde olan bu sergi ortaya çıktı. Bu sergide ”Fırtına“adlı bir video çalışmam, 3 dijital baskı fotograf çalışmam ayrıca çocukluk ve gençlik yıllarımın geçtiği evi boşalttığımız sırada mekanda bulunan mobilyalar ile ev hallerini, o evde geçmiş olan yaşantıları anlattığım ses kaydı ile katıldım. Şu sıralar sergi yeni bitti ancak geçen seneden beri üzerinde çalıştığım kişisel sergimin genel yapısı hazır, önümüzdeki dönemde bu sergiyi gerçekleştirmeyi düşünüyorum.
Röportaj ve fotoğraf kredisi: Buket Bal