Yonca Keremoğlu: Simbarts Projects’in oluşum amacından biraz bahseder misiniz?
Aslı Hatipoğlu: Simbart Projects’i sanatçıyı tanıtma ve onların görünürlüklerini arttırma odaklı bir platform olarak yarattık. Sanatçıyı ve üretim pratiğini 1 ay boyunca sosyal medya üzerinden anlatmaya çalışıyoruz. Sanatçının hayatı, önceki işleri, stüdyosu ve üretim süreciyle birlikte tüm hikayesini izleyiciye vermeyi hedefliyoruz. Bunu yaparken de sanatçının genelde bir günlük süren kısa süreli sergisini sunarak, sergiyi bu hikayedeki ön gösterim olarak kullanıyoruz. Sosyal medyanın yanı sıra izleyicilerin sanatçının çalışma pratiğini fiziksel mekanda yakından görmelerinin de bu deneyim içerisinde gerekli olduğunu düşünüyoruz. Sanatçının çalışmalarından oluşan bir seçkiyi mekana özgü kurgulayarak, ziyaretçilere sanatçı odaklı özel bir deneyim sunmaya çalışıyoruz. Bir sergi projesi olmadığımız için niyetimiz bir galeri sergisi gerçekleştirmek olmuyor. Fiziksel mekandaki sergi o projenin başlangıcını ifade ediyor, devamı ise sosyal medya hesaplarımızda devam ediyor.
YK: Simbart Projects için beraber çalışacağınız sanatçıları seçme sürecinde ne gibi kriterleri göz önünde bulunduruyorsunuz?
AH: Çağrı Saray ve Fırat Arapoğlu ile beraber aramızda belirlediğimiz fikirleri bir seçki halinde değerlendirerek teklif götürmek için bir sanatçı belirliyoruz. Aramızdaki demokratik bir oylama sonucu öne çıkan sanatçıyla bir araya geliyoruz ve ondan bize bir öneri sunmasını istiyoruz. Sanatçının kim olduğundan çok ne yapmayı hayal ettiğiyle ilgileniyoruz. Sanatçının hayalini gerçekleştirebileceğimizi düşünüyorsak diyalog başlıyor.
Sanatçı seçimini yaparken beraber çalışacağımız sanatçının üretiminin bir çizgisi olsun istiyoruz. Mesela galerisi olan bir sanatçıyla çalışmak bir çelişki yaratır. Sanat galerisi ile çalışmayan sanatçıları değerlendirmek gibi bir kriterimiz var. Olgunlaşmış bir sanatçı için ise küçük bir proje kalabiliriz. Bu kriterleri önceden kararlaştırdığımız için açık çağrı ile sanatçı başvuruları almak bize uygun olmuyor. Çalışmalarını öne çıkarmayı düşündüğümüz sanatçıların benzer bir üretim süreci olması ve belli bir pratiğe oturmuş olması gerekiyor. Sanatçının üretim sürecinin ve çalışmalarının içeriğini paylaşmak ve tanıtmak önceliğimiz olduğu için onun sanat üretiminin belli bir seviyeye ulaşmış olmasına dikkat ediyoruz. Sanatçının üretiminin belli bir kısmı Simbart Projects tarafından karşılanıyor. Satış odaklı bir çıkış noktamız olmadığı için satışlar insanların ilgisi ve talepleriyle kendiliğinden gelişiyor. Bu konuda galerilerden farklı bir yol izleyerek sanatçı odaklı bir pay dağılımı uyguluyoruz.
YK: Simbart Projects’te yer alan sanatçının profilini bir ay boyunca sosyal medyada izleyicilerle paylaşırken, bu sürecin bir parçası olarak kısa süreli bir sergiye yer veriyorsunuz. Bunun için mekan nasıl belirleniyor?
AH: Sanatçının proje önerisini değerlendirdikten sonra projeye uygun ve kısa süreliğine kullanabileceğimiz doğru mekanları araştırıp, sanatçıyla iş birliği içerisinde projeye göre en doğru mekanı seçmeye çalışıyoruz. Onun hayalini nerede en iyi şekilde gerçekleştirebileceğimizi araştırıyoruz. Bu süreçte hem kendi aramızda hem de sanatçıyla önemli bir diyalog söz konusu oluyor.
Mekanın kontrolü elimizde olmadığı için sonradan ortaya çıkan kısıtlamalar olduğu gibi yeni fırsatlar da doğabiliyor. Mehmet Öğüt’ün sergisinin yer aldığı Çukurcuma Hamamı ikinci derece tarihi eser olmasından dolayı müdahaleye açık bir mekan değildi. Duvara eser asma iznimiz olduğu halde bazı duvarlara asamayacağımızı sergiye kısa bir süre kala öğrenmemiz önceden hesaplamadığımız bir durumdu ve buna göre yeni çözümler yarattık.
Diğer taraftan Çukurcuma Hamamı’nı ilk gezdiğimizde göbek taşı odasını kullanacağımızı hiç düşünmemiştim. Buradaki mekan kullanımı da tamamen sanatçının mekandan esinlenmesi ve mekanla bağlantı kurmasıyla sonradan gelişti. Göbek taşı odasındaki yerleştirme tamamen mekana özgü bir çalışma oldu. Mehmet’in ‘Anâsır-ı Erbaa’ çalışmalarının özündeki ateş unsuru ve mekanın su elementini çağrıştırmasıyla sanatçı, mekan ve çalışmalar arasında uyumlu bir bağ oluştu. Simbart Projects’in ilk projesi olan Didem Erbaş’ın Tomtom Kırmızı’da olan sergisinde de bu uyumu yakalamış olduğumuzu duymak bizi çok memnun etmişti. İzleyicinin bunu hissetmiş olması çok önemli. Umarız Eylül’de gerçekleştireceğimiz yeni projelerde de de bu uyumu yakalarız.
Mehmet Öğüt: Mekan arama sürecinde bir bilinmezlik olması benim çok hoşuma gitti. Bu hem sanatçı hem Aslı için heyecan duyabileceği bir alan oluşturuyor. Belli bir duvar, belli bir mekan yok. Gerçekleştirebilmek için konuşmalıyız, karar vermeliyiz. İzleyicide gelecek projeler için güzel bir merak bırakıyor. Aynı zamanda mekan her seferinde farklı olduğu için izleyiciler sanatçılarla ilgili bir kalıp oluşturmuyor. ‘Anâsır-ı Erbaa’ çalışmalarından mekana göre bir seçki yaptık ve sergideki üç işi ve enstalasyonu mekana özgü yapmış oldum. Galeri sergisinde mekanın fiziksel sınırlarına takılabiliyorsunuz. Değişken mekan ile izleyiciye de değişken deneyimler yaşatabiliyorsunuz.
AH: Projenin en zorlayıcı kısmı mekanın proje bazlı şekilleniyor olması. Projeye uygun alanı bulana kadar biraz tedirginlik oluyor. Mekan olarak bir galerinin netliğine sahip olmaması bu projenin hem en büyük zorluğu hem de en büyük artısı. Doğru mekanı bulduktan sonra düğümler çözülüyor.
YK: Simbart Projects’in sosyal medya içeriğini oluştururken her sanatçı için kişisel bir planlama mı yapıyorsunuz?
AH: Öncelikle sanatçıyla beraber projenin içeriğini ve sosyal medya için paylaşacağımız bir seçki oluşturuyoruz. Bunun içerisinde sanatçının portfolyosundan seçili işler olduğu gibi ona ilham veren diğer unsurları da vermek istiyoruz. Onu besleyen diğer kitapları, eserleri, alıntıları ya da ilham veren sanatçıları belirleyerek bu kaynakları da paylaşıyoruz. Bu parçalardan sanatçının bütününe giderek bir yandan da sosyal medyada dijital bir arşiv oluşturmuş oluyoruz. Genelde ilk hafta sanatçının mekana özgü kısa süreli sergisiyle ilgili basın bülteni, videolar, görseller ve sergi mekanının 3-d modellemesi gibi paylaşımlarda bulunuyoruz. Daha sonrasında sanatçının stüdyosunun tanıtımı, serginin yapım aşaması ve kurulumu gösteren before & after videoları ve sanatçı röportajları yer alıyor. En aktif kullandığımız platform Instagram. Sergi tarihini ilk olarak Instagram’da duyuruyoruz. Instagram’ın sanata ve sanatçıya ilgili olan belli bir kitleye aynı platformda ulaşmak ve onlarla etkileşim kurmak açısından önemli bir platform olduğunu düşünüyorum. Projede yer alan sanatçılar belli bir süreliğine Instagram’ın story özelliğini de devralıyor. Sanatçının online mecrada kendini ifade edebileceği bir alan olması onu da özgür kılıyor. Özellikle videolara çok önem veriyoruz. Her sanatçı için dört farklı video oluşturuyoruz. Videonun her sosyal medya mecrası için gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu videoların Instagram’da ve web sitemizde kısa versiyonları yer alıyor, Youtube’da uzun hallerini yayınlıyoruz.
YK: Bu projenin bir parçası olmak sanatçı olarak nasıl bir deneyimdi?
MÖ: Benim için çok keyifli ve fikir açıcı bir süreç oldu. Simbart Projects özellikle sanatçıya alternatif alanlar sunmasından dolayı çok heyecan verici. Aynı zamanda sanatçı olarak üretimin hem düşünsel hem fiziksel sürecini tüm parçalarıyla bir arada paylaşma kısmı bu projeyi özel kılıyor. Bir bütün ortaya koymak normal bir sergi şeklinde iş sunmaktan çok daha güçlü geliyor. Bu şekilde kendi bakış açımı her yönüyle gösterebiliyorum. Görsel kültürle birlikte biz de gelişiyoruz Sanatçı olarak ben de artık Instagram kullanıyorum, hatta kendi web sitemden daha çok önem veriyorum. İzleyicinin izleme alışkanlıklarının, bir mekanı ya da sergiyi gezme anlayışımızın değiştiğini düşünüyorum. Bu durumun avantajları ve dezavantajları var, önemli olan dezavantajlarını minimuma indirgemek. Bir performansı telefondan izlemek ile birebir izlemek aynı olmuyor. Özellikle ses performansı ise performans alanında dinlemek ile kulaklıkla dinlemek çok farklı deneyimler. Görsel sanatlar alanında Simbart Projects’in bir örnek teşkil ettiğini düşünüyorum. Belki böyle oluşumlar galerileri mekanlarını değiştirebilecekleri projeler geliştirmeye teşvik edecek. Mekan değişken olunca izleyiciler sanatçılarla ilgili bir kalıp oluşturma olasılığı azalıyor. Diğer türlü mekan ve sanatçı arasında bir bağdaştırma oluyor. Galeriler de kendi mekanlarının fiziksel yapısına uygun sanatçılarla çalışmayı tercih edebiliyor.Sanat izleyicisi açısından bakarsak artık sanata ilgili insanlara bile ulaşabilmek zorlaşıyor. Çok ilgili olmadığı sürece bazen kimse bir yerden bir yere gitmek istemiyor. Simbart Projects’e dahil olduğum süreç boyunca sergiyi görememiş birine serginin basılı kataloğu yerine mekanın 3-d modellemesinin linkini yollamak da çok hoşuma gitti. Eser boyutları ve mekan açısından daha doğru bir algı verdiğini düşünüyorum.
YK: Bu sene içerisinde dahil olduğun sergi ya da başka projeler oldu mu?
MÖ: Geçen seneden beri Seyhan Musa ile beraber projeler yapmak istiyorduk. Seyhan Space Debris’i sanatçı kimliği ile kullanmayı tercih etmediği ve o alanın bağımsız kalmasını istediği için bana sergi açmayı önerdi. Ben de kişisel sergi yerine ortak üretimde bulabileceğimiz projeler yapmayı önerdim. Bu doğrultuda Kasım ayından itibaren kolektif çalışma biçiminde neler üretebiliriz üzerine düşündük ve üç tane performans belirledik. Bir romanın giriş, gelişme ve sonuç bölümleri gibi hareket, ses ve görüntü olarak üç parçadan oluşan ‘Katarsis’ isimli performans serisini yarattık. Mekanda çok fazla insan olunca performansa odaklanmak zor olabiliyor. Performansları canlı yayınlarla da paylaştık ve sosyal medya üzerinden insanların izleyebilmesi için performansları canlı yayına almaları için izleyici temsilcileri davet ettik. Ben o sırada kısa bir süreliğine Mamut Art Project’in Instagram hesabını devralmıştım. Bunların katkısıyla 3000’den fazla insan izlemiş oldu. Instagram’dan bir performansı izlemek o performansı birebir tecrübe etmekle aynı olmasa da bizim için iyi bir deneyim oldu. Mekandaki o süreci geniş bir kitle ile paylaşmış olduk. Seyhan’la iş birliği içerisinde böyle bir proje gerçekleştirmek hem deneysel hem de çok keyifliydi. Bu süreç esnasında Simbart Projects’e dahil oldum.
YK: Simbart Projects 2’nin bir parçası olarak Çukurcuma Hamamı’nda gerçekleşen tek günlük sergide ‘Anâsır-ı Erbaa’ çalışmalarını yakından görme fırsatı yakaladık. Bu çalışmaların bir önceki işlerinle bir bağlantısı var mıydı?
MÖ: ‘Anâsır-ı Erbaa’ benim için bir projeden ziyade kişisel arayış sürecim diyebilirim. Bu süreçte diyalog kurduğum insanlar çok önemliydi ve her biri bu işlerin şekillenmesini sağladılar. Bu işlerin ortaya çıkış süreci sanatsal kriterlerden çok psikolojik ve felsefi detaylar üzerinden gelişti. İnsanı insan yapan şey nedir? Ben insan olarak neyim? gibi sorular üzerinden bir düşünme sürecine girdim. İnsan olarak kendimi nasıl konumlandırdığımı sorguladım. Biz bu dünyada bulunuyoruz, buraya adapte olarak mı yaşıyoruz yoksa onu kendimize mi adapte ediyoruz? Bu sorular ve insanlarla kurduğum diyaloglar üzerinden çıkan süreç hala devam ediyor. Kendime sorduğum sorular, çalışmalar ve bu süreçlerinin her biri birbirini açtı. Dışarıdan bağımsız gibi görünse de çalışmaların hepsi birbirine ilham veriyor. İSMEK’te yetişkinlere verdiğim eğitim süreci sırasında onlarla beraber ortak bir proje yapmak istiyordum. ‘Self’ isimli projem için onlardan kendi hayatlarını özetleyecek bir fotoğraf karesi ve bir söz bulmalarını istedim. Kendilerini bir söze indirgeyerek nasıl tarif edebileceklerini sorgulamak istedim. 2013’de Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisansı yaparken Ahu Antmen’in bir dersi içerisinde buna benzer kendini tanıma üzerine bir konu vardı. Benim de çalışmalarımı oluşturan kendini arama, kendini tanıma süreci ilk burada başladı diyebilirim. Ortalama 50 yaşındaki insanlar için hayatlarını bir fotoğraf karesi ile özetlemek çok kolay değil. 20 yaşında farklı, 30 yaşında farklı, 40 yaşında bambaşka biri oluyoruz, sürekli değişiyoruz. Tek bir kare bulmak gerçekten zor. Bu düşünsel eylem biçimi beni de gerçekten etkiledi.
Çoğu kendileri için kırılma noktası olan bir döneme odaklandılar. Seçtikleri fotoğraflar üzerinde elemeler yaptık, ben de dinlediğim hikayeler ile sanatçı olarak bu fotoğrafları video enstalasyonu şeklinde tekrar kurguladım. Ya o kişiyi fotoğraftan çıkardım ya da başkasıyla yer değiştirdim. O kişi hareketli, fotoğraf durağan hale geldi. Bir anı bir sonsuzluğa, döngüye çevirmek gibi denemeler yaptım. Fotoğraf çok kısa bir zaman dilimini anlatan bir araç, ben onu bir ömrü anlatabilen bir nesneye dönüştürmeye çalıştım. Bu projede olduğu gibi özet hayatlar görmek, deneyimler görmek insanın kendi hayatına tekrar bakmasını da sağlıyor, zaman kavramıyla da çok bağlantılı.
YK: ‘Anâsır-ı Erbaa’ dünyanın temel öz’leri bağlamında ateş, su, hava ve toprağı ve tüm bu unsurların ilişkilerini tanımlamak için kullanılan bir terim. Özellikle ateşe odaklanmanın nedeni nedir? İşlerin oluşum süreci nasıl gelişti?
MÖ: Biraz önce kişisel arayış olarak bahsettiğim süreçte 2014’de oluşturduğum ‘Self’ projesini 2015’de ‘arche(arkhe)’ adlı çalışmam takip etti. Her biri birbiriyle bağlantılı gelişti. ‘Anâsır-ı Erbaa’’yı oluşturan çalışmaların temelini bu elementler arasında ateş üzerinden almamın nedeni ateşin ilk bulunduğundan itibaren insanın en çok kontrol etmeye çalıştığı şey olmasıdır. İnsan-doğa ilişkisinde önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Ateşin kontrolünü bıraktığın an her şeyi içine alıp dağıtıp yok edebilecek, kontrolü zor bir element. Daha isyankar, daha asi bir yapısı var. ‘Anâsır-ı Erbaa’ serisindeki çalışmalar doğaya müdahale ediyormuş gibi göründüğüm ama aslında hiçbir zaman tam da müdahale edemeyeceğimin kanıtları oldu. Kibritle ateşi yakma eylemini kontrol edebiliyorum, kağıtta iz bırakmasını da sağlayabiliyorum ama doğanın kanunları gereği her seferinde başka bir iz çıkıyor ve bu benim kontrol edebileceğim bir durum değil. Bir yandan ateş ve ağaç birbirine zıt şeyler, ateş ağacı yutar ama biz insan olarak ateşi ağaçtan çıkıyoruz, iki tezatlığı bir arada tutmuş oluyoruz. Bu tezatlığı ancak insanın yapabileceği bir yapı bozum olarak görüyorum. Kibir gibi de adlandırabiliriz. Yarattığımız bu çelişkiyi sanatçı olarak tekrardan deneyimledim. İnsanın doğa üzerinde kontrolü elde tutma çabasıyla bir yandan aslında kontrolün biz de olmadığını, bu durumu kağıt üzerinde sabitlemiş oldum.
Bu işlerle ilgili önemli özelliklerden biri onu oluşturan tüm parçalarının isminin aynı olması. Künyesiyle ayırt edilmeyeceğiniz bir ayrım var. Bir işten diğerini ayıran teknik özelliği olabilir. Boyutu ya da materyali farklı olabilir. Hem boyutu hem materyali aynıysa bir işi diğerinden ayıran tek unsur içeriği olur. Benim kontrol ederek yaktığım kibritin bıraktığı izin aynı olamayacağı, materyali ve boyutuyla aynı gözüken bir şeyin aynı olamayacağı gibi. Künyesiyle ayırt edilmeyeceğiniz bir ayrım var. Bu açıdan parça-bütün ilişkisi de benim için önemli.
YK: Simbart Projects ekibini nasıl oluşturdunuz?
AH: Galerist’te çalıştığım dönem sonrasında Simbart Projects’in tohumları bir araya gelmeye başlamıştı. Fırat Arapoğlu ile önceden başka bir projede beraber çalışmaya başlamıştık. Küratör ve sanat tarihçisi olarak deneyimleri bizi çok besledi. Çağrı Saray da akademisyen olduğu için genç sanatçıların üretimlerine çok hakim, hem de çok fazla sergi gerçekleştirmiş olduğu için teknik bilgisi de çok kuvvetli. Projenin sergi kısmı çok fazla zaman kaybetme lüksünün olmadığı bir kısım bu yüzden sürecin hızlı gelişmesi gerekiyor. Bu proje için bir araya geldik ve herkesin kendi geldiği noktadaki mesleki deneyimlerinden bu projeye katkıda bulunabileceği bir ekip kurduk. Sosyal medyadaki iletişim de olduğu gibi basın ile olan iletişime de çok önem veriyorum. Türkiye’de sanat iletişimi adı altında sanatın spesifik bir halkla ilişkileri yok. Böyle bir eksiklik olduğunu görüyorum. Proje ne kadar iyi olsa da onu doğru kitleye doğru şekilde anlatmak ayrı bir iş. Bizim vizyonumuza uyduğunu düşündüğümüz kanallarla iş birliği yapmaya çalışıyoruz bu konuda da Mina Dilber’in projelerle ile ilgili iletişimlerde katkısı çok büyük. Basılı yayın için farklı, sosyal medya yayınları için farklı yollar izleniyor. Mina’nın bu konuda stratejik bir çizelgesi var. Bunun dışında mimari danışmanımız olarak Hande Öney ve grafik tasarımcımız olarak Polin Kuyumciyan ile çalışıyoruz.
YK: Projenin iletişimini yaparken Simbart Projects’in ne yaptığı, amacının ne olduğunu aktarmak ile ilgili bir zorluk oldu mu?
Mina Dilber: Simbart Projects Türkiye’de benzeri olan bir proje olmadığı için detaylı bir anlatıma ihtiyacı oluyor. Bir yolculuk üzerinden sanatçıyı tanıtma ve tanıma projesi olarak ortaya çıktık. İnsanlara bunun iletişimi doğru yapmak çok önemli. Her proje tek bir sanatçıya yönelik, bunun parçası olarak kısa süreli serginin mekana özgü ve solo sergi olarak gerçekleştiğini özellikle belirtmek gerekiyor. Sergi projesi olmadığımızın altını çizmek gerekiyor. Sergi kısmı sosyal medya hesabında başlayan yolculuğun küçük ve kısa bir parçası. Bu sergi ile sanatçının hikayesinin bir kesitini vererek devamını takip etmeleri için onları sosyal medya hesaplarımıza yönlendirmeyi amaçlıyoruz. Instagram’dan bir ay boyunca sanatçının içsel yolculuğuna geçmişine ve geleceğine davet ediyoruz. Sanatçının üretim pratiğini, amacını, ilhamlarını izleyiciye yansıtmaya çalışıyoruz. Sanatçıyı her açıdan sorgulamanın ve sorgulatmanın peşine düşüyoruz. Sanatçıyı tanımak da sanatı sevmenin önemli bir parçası, Simbart Projects bu esaslar üzerinden izleyicilere sanatçı odaklı bir deneyim yaratma amacıyla hareket ediyor.
Haziran 2018