Röportaj: Buket Bal
‘Seçici İletken’ 12 Ocak – 16 Nisan
Contemporary İstanbul Vakfı tarafından düzenlenen, Abel Korinsky, Ali M. Demirel, Ahmet Rüstem Ekici, Ahmet Said Kaplan, Ceren Su Çelik, Candaş Şişman, Dilara Başköylü, Dist Collective, ha:ar, Hakan Sorar, Orhan Kavrakoğlu, Ozan Türkkan ve Selçuk Artut’un 2022 yılı içinde üretilmiş eserlerinin sergilendiği Seçici İletken’in küratörlüğünü Sinan Eren Erk, yaratıcı direktörlüğünü ise Arda Yalkın üstleniyor.
12 Ocak tarihinde açılan sergi, Fişekhane’nin 180 yıllık tarihinin merkez üssü olarak adlandırabileceğimiz; Cocoon ve hamam alanlarında sanatseverleri bekliyor.
Yeni Medya Sanatını, Seçici İletken’in oluşum sürecini, sergi sanatçılarına ve üretimlerine ilişkin detayları ve daha fazlasını serginin küratörü Sinan Eren Erk ile konuştuk.
Buket Bal: Seçici İletken sergisi nasıl ortaya çıktı? Serginin oluşum süreci ve sanatçılardan bahseder misiniz?
Sinan Eren Erk: Seçici İletken sergisi Arda Yalkın’la beraber oluşturduğumuz bir çekirdeğe sahip, Arda bu serginin yaratıcı direktörü olarak Türkiye’de yeni medya alanında çalışan sanatçıların bir panoramasını gösterme fikrine zaten sahipti. Bunu benimle paylaştığı zaman ortada henüz bir küratoryel çerçeve yoktu sadece böyle bir fikir vardı. ”Nasıl yapabiliriz?” diye düşünerek sergi fikri üzerine konuştuk ve sonrasında küratoryel konsept üzerine çalıştım. Sanatçıların kim olabileceği hakkında fikir alışverişi yaparak bir olası sanatçı listesi çıkardık ve ardından sanatçılara teklif götürdük. 2022 yılında ürettikleri bir eserin sergide olması fikri konseptimizi oluşturdu. Seçici İletken konsepti içinde seçme ve dağıtma, topluma bir fikri yollama, bilgiyi dağıtma işlevine sahip olduğu için sanatçıların da o sene ürettikleri eserlerden, bu küratoryal yapıya uygun bir tanesini seçip bize iletmelerini tercih ettik. Böylece farklı yapılara sahip, farklı teknikleri kullanan eserler bir araya geldi. Sergide artırılmış gerçeklik, lightbox’lar, videolar, üretken (generative) işler, mekâna özgü yerleştirmeler ve hatta simülasyonlar var. Dolayısıyla ciddi bir eser çeşitliliği de söz konusu. Sergiye dahil olan sanatçıların hem eser çeşitliliğine olan katkısı hem de bu sanatçıların seçilme süreci oldukça önemli. Çünkü eserlerinin arkasında gerçekten bir fikrin olduğunu düşündüğümüz, yaptığı işleri takip ettiğimiz sanatçılara böyle bir davet götürdük. Ve buradaki amacımız sadece sanatçının kendi içinde ve bizim onu nasıl anladığımızla ilgili olan bir süreç değil aynı zamanda bu konsepte de uyumlu olabilecek bir seçkiyi oluşturmaktı. Küratörlük diye tanımlayabildiğimiz çalışma alanı, ne olursa olsun günün sonunda öznel bir bakışa dayanır, dolayısıyla sergiyi çok nesnel bir yerden görmek her zaman mümkün değildir. Küratörün kafasındaki sergi fikrine uygun bir takım sanatçılar ve sanat eserlerinin olduğu bir bakıştır aslında. Dolayısıyla Seçici İletken sergisini ortaya çok büyük bir iddia atmak yerine bu meseleyi nasıl gördüğüm, nasıl anlamaya ya da izleyiciye sunmaya çalıştığım üzerinden kurgulamaya gayret ettim.
Buket Bal: Son yıllarda bahsini sıkça duyduğumuz Yeni Medya Sanatını nasıl tanımlamalıyız? Yeni Medya sanatının ülkemizdeki güncel halini kanıtlar nitelikte olan bu sergiye istinaden; ülkemizde yeni medya sanatı ilerleyen yıllarda nasıl bir noktaya evrilir?
Sinan Eren Erk: Yeni Medya Türkiye’de yakın zamanda adını daha çok duymaya başladığımız bir kavram. Fakat dünya için yabancı değil. 60’larda başlayan hatta 40’ların sonunda 50’lerin başında artık yavaş yavaş ilk örneklerini vermeye başlayan dijital ve teknolojik altyapı kullanan sanat eserlerinin ortaya çıkışını biliyoruz. Ancak bunlar 80’ler ve 90’larda bilgisayar ve internetin de yaygınlaşmasıyla daha görünür olmaya başladı. Türkiye’de ise bizim görüş alanımıza 2000 sonrasında biraz daha girdi, ancak 2010’larla beraber hem internetin Türkiye’de daha da yaygınlaşması hem de yabancı dil bilme seviyesinin de belki biraz artması ve sosyal medya gibi genel olarak iletişim ağlarının daha kolay erişilebilir hale gelmesiyle birlikte bu tarz bir sanat alanını hem takip etme hem de uygulama şansımız arttı. Bu da Yeni medya sanatının Türkiye için yavaş yavaş tanınması anlamına geldi. Çünkü sadece dışardan baktığınız ve tam olarak ne olduğunu anlamadığınız bir şeyi merak etmeniz de çok zordur, bir noktasında o pratiğin içine dahil olabilme ihtimalinizle beraber anlamaya da başlarsınız. Bu durum Türkiye için de geçerli: İnsanlar dahil olmaya, bu pratiği daha iyi anlamaya başladıkça Yeni Medya Sanatına olan ilgi de artmaya başladı.
Bu sergi yeni medya alanının güncel halini bence kanıtlamıyor (kanıtlamak fazla iddialı bir tanım) fakat onun içinden bir kesiti çıkarmaya göstermeye çalışıyor. Bu tamamen öznel bir süreç olduğu için bir meşru zemin yaratma derdi içinde değil. Bu sergi Türkiye’den çıkan dünya çapındaki sanatçıların ürettiği eserleri Türkiye’deki izleyiciye gösterebilecek nitelikte ve kapsamda bir sergi. Bir yıl içinde yapılan sanat eserlerinden hareketle, “Bugüne kadar Türkiye’de nasıl bir gelişim kaydettik ve nasıl sanatçılar ortaya çıktı?” ve “Öyleyse bu sanatçılar hangi fikirlerle çalışıyor?” sorularına verilebilecek yanıtlardan birini ortaya koymaya çalışan ve mümkünse o sanatçıların fikirleri ve ürettikleri eserler üzerinden, yeni sorgulara, yeni tartışma alanlarına da yol açmaya çalışacak ve bunu yapıcı bir şekilde yapmaya çalışacak bir sergi kurgulamaya çalıştım.
Yeni medya sanatı ilerleyen yıllarda nasıl bir noktaya evrilir bilemiyorum. Çünkü dijital teknolojiler, veri yorumlama, veri toplama, veri işleme teknolojileri üzerinden ilerleyen bir sanat mecrasının nereye evrilebileceği de zaman içinde aslında kendi evriminin takibiyle görebileceğimiz bir süreç. Seçici İletken sergisini de içinde organik evrim ve dijital evrimin iç içe olduğu bir süreçten yola çıkarak oluşturdum ve sergi metninde dijital teknolojilerin nereye gideceğini bilmediğimizin ortaya çıkardığı belirsizlikten de bahsettim. Evet, organik evrim ve dijital evrim iç içeler fakat bunun sonucunda nereye gideceğimizi ancak tahmin edebiliriz. Potansiyelin çok büyük olduğunu biliyoruz fakat bugün zihnimizle bunun ancak bir kısmını algılayabiliyoruz çünkü bilgisayar teknolojileri saniyede bir insan beyninin düşünme hızından çok daha fazla bir kapasitede çalışarak hesaplamalar yapabiliyorlar ve bu nedenle şu anda geleceğe dair tasvirimizin, tahayyülümüzün de çok ötesinde bir potansiyelle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Dolayısıyla burada da bir noktada artık insanın başlattığı bir çığın büyüyerek nereye gittiğini hep birlikte göreceğiz. Fakat bunun devam eden bir süreç olduğunu ilerde bizi şaşırtacak, etkileyecek ve düşünce biçimlerimizi, olumlu yönde de olumsuz yönde de farklılaştırabilecek bir geleceğin eşiğinde olduğumuzu da eklemek gerekiyor.
ha:ar Imkansız Heykeller Serisi, CGI bilgisayar üretimi imgeleme
B.B. : Serginin odak noktalarından biri olan insanın kendi ürettiği teknolojiyle olan çok katmanlı ilişkisindeki hareket halindeliği, bu hareketin birliktelik kurduğu teknolojik değişkenler ve hatta bu değişkenlerin hızı; yeni medya sanat araçlarıyla üreten sanatçının bu değişime adapte olmasını sanatsal üretimleri bağlamında nasıl etkiler?
S. E. E. : Dijitalleşme, teknik gelişmeler ve veri işleme / yorumlama teknolojileriyle çalışan sanatçılardan bahsedebiliriz. Çünkü sanat kendi özünde felsefi bir alandır dolayısıyla buradaki tekniğin ne olduğu bir değişkendir ama sanatın özündeki sorgulama ve felsefe, teknik ne olursa olsun aynı kalacak ve aynı sorgulama içinde sürekli değişmeye devam edecek bir yapıdadır. Böyle olduğu zaman yeni medya sanatı araçları demek çok doğru olmayabilir. Çünkü yeni medya dediğimiz şey aslında hem konvansiyonel, klasik anlamda bildiğimiz disiplinleri hem de dijital dönüşümle beraber ortaya çıkan yeni ifade biçimlerinin tamamını kendi içinde konuşturabilen, dönüştürebilen bir yapı.
Örneğin ha:ar’ın sergide de yer alan Disruption adlı heykelinde bu durum çok net bir ifadeyle belki kendini buluyor. Yapay zekâ yardımıyla tasarlanmış ve hatta robotların işin içine girerek oyduğu, yonttuğu bir heykelin varlığından söz ediyoruz. Aslında fikir Hande Şekerciler’in bir heykel konsepti üzerinden temelleniyor fakat yapay zekâ burada bir aracı görevi görüyor. Yani yeni medya sanatı heykel üzerinden ilerliyor. Aynı şekilde ha:ar’ın benzer bir yöntemle tasarladıkları ve bu sergide olmayan vitrayları da var, ancak onların sadece tasarımları yapay zekâ tarafından şekillenmiş, üretimleri ise klasik vitray yöntemiyle yapılmış. Dolayısıyla yeni medya, bir bakış, bir sanatsal üslup olarak nitelendirmenin daha doğru olduğuna inandığım bir alan. Sanatçıların buna nasıl adapte olacağı kısmıysa bireylerin hayata ne kadar adapte olduğu ve kendilerini ne kadar geliştirdiğiyle ilgili. Bunu biraz da önümüzdeki sanatsal alanı; içinde yaşadığımız coğrafyanın, dünyanın neler yaşadığının da ele alınmasıyla göreceğimiz bir şeye evrileceğini düşünüyorum. Yani son yıllarda yaşadığımız pandemi, şu an Türkiye’de hala etkisini gördüğümüz deprem gibi toplumsal hatta global olayların etkilediği düşünme biçimlerini biraz tartışmamız lazım. Bunlarla beraber sanatın ve felsefesinin nereye gittiğini sorgulamak gerekiyor. Bu aslında temelde felsefeyle ilgili bir soru ve bence çok fazla değişkene dayalı.
Ali M. Demirel , Taş Manzaraları (detay) & Dist Collective
B.B. : Dijital Sanat araçlarının kullanımına ilişkin oldukça farklı teknolojilerle üretimlerin gerçekleştiği bu sergi konvansiyonel sanattan uzak. İzleyicinin alışkın olmadığı bir sergiyle karşılaştığını düşünüyorum. Dijital bir sergiyle izleyici arasında ne tür bir bağ kurulabiliyor? İzleyici sergiye ilişkin nasıl bir reaksiyon gösterdi/gösteriyor?
S.E.E. : Bu önermenin birinci kısmına çok katılmıyorum, dijital sanat araçları bence konvansiyonel sanattan aslında çok uzak değil. Bir önceki soruya verdiğim yanıttaki gibi; ha:ar’ın Disruption işi günün sonunda konvansiyonel bir sanat disiplini çıktısı ortaya koyuyor. Böyle baktığımız zaman ortaya bir heykel çıkmış oluyor. Seçici İletken ‘de benzer şekilde Candaş Şişman’ın ve yine ha:ar’ın lightboxları, Selçuk Artut’un ise mekâna özgü bir enstalasyonu var. Bunlar konvansiyonel anlamda bildiğimiz görüntüye yakın işler. İşte burada “Konvansiyonel sanat nedir?” ve “Dijital sanat nedir?” soruları üzerinden bu iki kavram arasındaki bağlar biraz daha farklılaşmaya başlıyor. Disruption’ın klasik disiplinlerden, klasik tekniklerle yapılan bir heykelden farkı var. Ya da Ahmet Rüstem’in hamam içindeki tekstil baskılarına bir cep telefonu kamerasıyla yaklaştığınız zaman bir grafikle, bir artırılmış gerçeklik uygulamasıyla karşılaşıyorsunuz. Bir eserin ne kadarı konvansiyonel ne kadarı dijital? Artık günümüzde bunlar biraz karışmaya ve aslında belki biraz da önemsizleşmeye başladı. Zaten bu nedenle yeni medya sanatı derken bütün bunların birbiri içine geçtiği bir yapıdan söz ediyorum. Bu aynı zamanda bence izleyicinin bu sergide asıl şaşırdığı ya da etkilendiği şeylerden de biri.
İzleyici ilk anda çok alışkın olmadığı bir şeyle karşılaşıyor fakat yakın zamanda dijital teknolojiler kullanılarak ortaya çıkarılan sergiler de artmaya başladığı için bunların bir taraftan da çok büyük bir yenilik gibi düşünüleceğini sanmıyorum. Fakat bu tip sergiler, izleyicilere yeni düşünme biçimleri açabilme ihtimalleri barındırdığı için bence önemli. Bu noktada Ahmet Said Kaplan’ın serginin giriş kısmında yer alan Floating Matter adlı işinden bahsetmek gerekiyor. Bu eser kocaman bir göze benziyor, bir kutu formunun dışındaki yuvarlak bir oyuğa gerilmiş perdenin üzerinde bu işi görüyoruz. Aslında bir yansıtmayla yapılan fakat içerde bir bilgisayar programı üzerinden eş zamanlı görüntü işleyen ve bunu da bir derinlik kamerası ile klasik anlamda görüntü kaydeden bir kamerayla yapan tamamen etkileşime dayalı bir eser. İzleyici daha öncesinde teknik olarak mümkün olmayan bir takım iletişim türleriyle karşılaştığı için, sergiden çıkarken klasik disiplinlerde üretilmiş sanat eserleriyle oluşmuş eser okuma algısını belki biraz değiştiriyor. Belki diyorum çünkü burada yine izleyicinin kim olduğu sorusu çok önemli çünkü bir insan gördüğü bir heykelden çok fazla etkilenirken burada gördüğü dijital bir işten çok fazla etkilenmeyebilir. Ayrıca sadece tekniğin onun zihnini ele geçirmesi ihtimali de aynı derecede tehlikeli olabilir ama dijital temelli işlerin ortaya çıkardığı etkileşim olasılıkları klasik disiplinlere göre daha fazla. Bu da klasik anlamdaki disiplinlerin bir bölümünün imkânlarının üstüne yeni imkânlar ekliyor dolayısıyla bu tip eserlerin izleyici üzerinde yapıcı etki potansiyeli bence daha fazla.
Sergiyi şu ana kadar yaklaşık 6000 civarı izleyici gezdi ve bu da bir yeni medya sergisi için bence azımsanmayacak bir ilginin olduğunu gösteriyor. İnsanların sergiyi gezdikçe veya sergiyi gezdikten sonra serginin küratoryel altyapısını keşfederek sergiyi bir kez daha okudukça yapıcı yeni fikirlere çıkabildiğine dair dönüşler aldık. Bu sergide emeği geçen herkesi mutlu edecek şeylerden bir tanesi de buydu. Dolayısıyla izleyicinin reaksiyonu bu anlamda oldukça pozitif.
Candaş Şişman, Moments of Patters of Possibilities
B.B. : Dijital teknolojilerin yaygınlaşması, bilginin iletim hızı, kaydedilebilir, çoğaltılabilir ve kopyalanabilir olması sanatçı veya koleksiyoner için negatif bir etki yaratır mı?
S.E.E. : Bu insandan insana göre değişen bir şey. Bence sanatçılar için negatif bir etki yaratmaz fakat koleksiyonerler için bir ihtimal yaratabilir. Koleksiyonerler her zaman işin sanatsal tarafıyla ilgilenmeyebilir, sanatı sadece bir yatırım aracı olarak görenler de olabilir ve ekonomik temelli bir bakış açısıyla; “bir üründen ne kadar çok varsa değeri o kadar düşer” diye düşünebilirler. Öte yandan sanat eserinin kopyalanabilir olması bence çok büyük bir problem değil, hatta kimi durumlarda bir avantaj. Zira NFT gibi bir sertifikasyon sistemiyle karşı karşıyayız. NFT diye adlandırdığımız şey, eserin dijital ortamda blockchain üzerinde kime ait olduğunu ve haklarının ne ve kimin elinde olduğunu gösteren bir sertifikasyon sistemidir. Dolayısıyla bilginin çoğalması demek eserin değerini azaltmaz tam tersine kitlelere ulaştırarak onun anlaşılması adına önemli bir kaynak oluşturur ve sanatçının ifadesini daha çok insana ulaştırmasını sağlar. Böyle böyle sanat kendi işlevini daha çok gösterebilir. İşin ekonomik tarafı da NFT gibi sertifikasyon sistemleriyle güvenlik altına alınır. Eserin de bu anlamda değerinin düşmeyeceğine inanıyorum. Konuştuğum çoğu sanatçı için elbette eserinin satılması ve bundan elde ettiği ekonomik gelir çok önemli fakat insanlara dokunabilmeyi insanlarla etkileşim halinde olabilmeyi, izleyicilerle bir diyalog kurabilmeyi ve onların fikir dünyalarına, kültürel ortamlarına bir katkı sağlayabilmeyi çoğunlukla daha önemli buluyorlar. Bu anlamda eserin daha göz önünde olabilmesi birçok sanatçı için yadsınamaz bir kriter.
B.B. : Seçici İletken’in sergilemede yayıldığı alanlar oldukça tarihi bir fabrikanın çok önemli mekanlarından oluşuyor; sergiye bu noktadan bakacak olursak Seçici İletken, yaklaşık 180 yıllık bir tarihin, kültürün bugüne aktarılmış önemli parçalarında konumlanmış, yenilikçi ve güncel bir sergi. Günümüze restore edilerek ulaştırılmış bu yapının, dijital evrimi merkezine alan bu sergiyle organik bir bağ kurduğunu düşünüyorum. Serginin mekanla ilişkisi ve küratoryel bağlamına ek olarak kurgulanma şekli hakkında neler söylersiniz?
S.E.E. : Seçici İletken dönüştürülmüş, restore edilmiş bir alanın içerisinde yer alıyor. Bu mekânın hem mimari hem de tarihi kimliği bu sergiye direkt olarak etki eden şeylerden bir tanesi. Sergiyi kurgularken ilk olarak bu alanı tanımam, tarihini daha iyi anlamam ve etüd etmem gerekiyordu. Serginin kurgusuna başlamadan önce; aklımdaki konsepti oluşturduktan ve sanatçılarla iletişime geçmeye başladıktan sonra, çok kez mekâna gitmeye, Cocoon alanına ek olarak, Fişekhane’nin tamamı içinde zaman geçirmeye, mekânla bir bağ kurmaya çalıştım. Mimari planlar üzerinde çalışarak, serginin bütün bu alanlar üzerindeki yerleşimini organize ederken; “Koridorları, yürüyüş yollarını nasıl oluşturabilirim?”, “Sesin ve ışığın sergi mekânındaki dağılımını nasıl istediğim şekilde kontrol edebilirim?” gibi soruları yanıtlayabilmek için uzun süre çalışmam gerekti. Ayrıca mekânın tarihi yapısını, restore edilmiş dahi olsa bu fikri koruyarak sergiye dahil etmeye çalıştım. Serginin ana mekânı olan Cocoon alanı yüksek tavanlı bir alan. Video ve dijital temelli işlerin çok fazla karanlığa ihtiyacı olmasına rağmen mekânda ışığın nasıl dağılacağını hesaplamaya çalışarak mekânın karakterini yitirmeden, onu izleyicinin kadrajından hiç çıkarmadan eserleri yerleştirdim. Çünkü dijital ve organik evrim bir arada işlerken mimari, klasik anlamda hem teknik (dijital) hem de organik evrimin aslında en önemli göstergelerinden biri. Çünkü tekniğin değişmesiyle birlikte mimariye direkt bir müdahale oluyor, mimari direkt olarak değişiyor; organik evrimle beraber ise mimarinin fonksiyonları değişmeye başlıyor. Dolayısıyla mimari, bu ikilinin yüzyıllardır en etkin biçimde kullanıldığı yerlerden biri ve serginin içinde de o mimarinin görünür olması, Seçici İletken’in çekirdeğindeki fikre bu şekilde katkıda bulunması gerekiyordu. Keza hamamda da aynı şekilde; Ahmet Rüstem’in işlerinin yerleşim şekli ve içerdeki akustiğin kullanımı yine hamamın kendi mimari özelliklerinin işin içine dahil olmasıyla ortaya çıkan bir şeydi. İçerdeki sesin; Ahmet Rüstem’in eserlerinde özellikle nasıl yankılandığı, nasıl duyulduğu, tamamen hamamın mimari özellikleriyle ilgiliydi.
Böyle bir alanda sergi yapmak benim için sergi fikriyle çok örtüşüyordu. Çünkü Seçici İletken, temelini bir fikrin seçilmesi ve iletilmesine dayandırıyor; bu DNA aracılığıyla taşınan bir organik özellik, bir kod parçasının yeni versiyona geçerken yazılımın o versiyonunda bırakılması veya bunun bir sonraki jenerasyona, zamana veya versiyona aktarılması, iletilmesi olabilir. Fişekhane de mimari olarak seçilen bir tasarıma sahip ve zaman içinde belli özellikleri korunurken belli özellikleri hasar görmüş ve restore edilerek bugüne iletilmiş. Yani bu şekliyle Seçici İletken fikrinin dijital öncesi, abidesi, binanın, Fişekhane’nin kendisi haline gelmiş oluyor.
B.B. : Düşünce ve algının devamlı etkilendiği, gerçekliğin kurgulanabildiği ve gerçeklik algısının da bu nedenle sınırlandırılamadığı, kimisi için distopik bir noktaya evriliyoruz. Neyin gerçek neyin gerçek dışı olduğuna ilişkin kesin beyanatlarda bulunamıyoruz. Sanat eserinin gerçekliğinin sorgulandığı noktada sanat eserinin sizce kendi anlamı dışında somut bir gerçekliğe ihtiyacı var mıdır?
S.E.E. : Bu tek bir cevaba indirgenebilecek bir soru değil bence, evet bir distopyaya gittiğimiz fikrinden bahsedebiliriz fakat bakış açımız ve referans noktalarımızın ne olduğu çok önemli. Örneğin serginin giriş kısmında ha:ar’ın İmkânsız Heykeller (Impossible Sculptures) adlı serisinde bulunan üç esere baktığımızda, bu eserlerdeki figürlerin robot-insan-heykel formlarından oluştuğunu görüyoruz. Bunların tamamı üç boyutlu modellemeyle yapılan ve gerçekte var olmayan “heykeller”; birer animasyon karesi. Bu manzaralar eğer bir insanın gözünden bakarsak bir kısmı metal iskeletlerden oluşan, vücutları insana çok benzese de tenleri mermer gibi duran, alevlerin, sislerin arasında duran figürlerin kompozisyonlarıdır ve bir insan için distopyanın tasviri gibi algılanabilirken bir cyborgun gözünden bu bir ütopyadır çünkü artık ortada insani hiçbir ihtiyaç yoktur. Dolayısıyla bu sorunun cevabı konuya nereden baktığımızla ilgili, gerçeklik sorgusu da böyle bir şey; neyin gerçek neyin gerçek dışı olduğunu sorgulamak zaten başlı başına çok ciddi ve hala devam eden, hakikat / hakikat sonrası sorularına kadar evrilen bir felsefi tartışmanın devamı; dolayısıyla bunun da net bir cevabı yok aslında. Duruma ve olaya göre farklı biçimler alabilen, farklı yorumlamalara açık bir şey ki bu noktada serginin kendisiyle de örtüşüyorlar. Çünkü Seçici İletken de küratoryel çerçevesi içinde bu şekilde yeni yorumlara açık olmak için ortaya atılan yeni fikirlerin ışığında, dijitalleşme ekseninde barındırdığı seçicilik ve iletkenlik fikirlerinin içindeki tüm seçeneklerin görünür kılınabilmesi amacını da taşıyor. Yani sanat eserinin kendi anlamı dışında somut bir gerçekliğe ihtiyacı olup olmadığını yalnız ve yalnız hangi koşullarla çevrelendiği ve ona yaklaşan onu yorumlayan izleyicinin kim olduğu belirleyebiliyor.
B.B.: Son olarak yakın zamanda Seçici İletken dışında üzerinde çalıştığınız yeni bir proje veya projeleriniz var mı?
S.E.E. : Evet var. İlki 7 Mart 2023 tarihinde Galeri Nev İstanbul’da açılan Murat Akagündüz’ün Yeryüzü Bedenim adlı ve son dönem işlerinden oluşan sergisi. Bu serginin metnini, Murat’la bu sergiyi oluşturduğu süre boyunca geçirdiğim zamanda aldığım notlar üzerinden kurgulayarak; bir hikaye anlatmaya çalışarak yazdım. Benim açımdan çok yoğun bir metin ortaya çıktı. Umarım izleyici de bu metnin içinde kendinden bir şeyler bulabilir ve sergiyi bu şekilde bir kez daha okumak ister.
İkincisi ise 17 Mart’ta Vision Art’ta açılacak olan Semih Zeki’nin Dip Dalgası adlı sergisi. Bu serginin ise küratörlüğünü üstleniyorum. Semih’le beraber aşağı yukarı iki yıla yakın bir zamandır bu sergi üzerine çalışıyoruz. Onun son dönemde farklılaşan bakış açısını ortaya çıkaran, geçmiş dönemlerine referansları olan ancak yepyeni bir döneminde ürettiği eserlerin de yer aldığı ve Vision Art’ın iki katına yayılan bir sergi. Bunların haricinde başka projeler de söz konusu fakat henüz son halini almamış şeyler olduğu için şu an bu ikisinden bahsetmek en doğrusu olacak.
Röportaj ve Fotoğraf Kredisi: Buket Bal