Röportaj: Buket Bal
”Ağırlıklı olarak tuval ve kâğıt üzerine boya, kolaj gibi tekniklerle çalışmanın yanı sıra, dikiş, dantel, nakış gibi geleneksel tekniklere de yer veren sanatçı, üretim pratiğinin başına deseni koyar. Onun için desen, her zaman deneysel bir uygulama alanı olarak var olmuştur. Arte Povera’dan Sürrealizm’e, Soyut Ekspresyonistlerin dinamizminden İslam Sanatlarının istif ve yazı-resim geleneklerine kadar geniş bir alandan beslenmektedir. Tarih, hafıza, kültür ve doğa kavramlarını geleneğe yaslanan görsel kültürle harmanlayarak çalışan Tuğçe Diri, sanat ve zanaat bağlamında kültürel ayrımlar ve benzerlikleri biçimsel düzlemde çarpıştırır.”
Sanatçı Tuğçe Diri ile son dönem üretimlerini, güncel ve gelecek sergilerini, sanat yaşamının bütününü ve Türkiye’de koleksiyonerliği konuştuk.
Tuğçe Diri, Mono İzler #4 detay. Kağıt üzeri grafit kalem ve pastel, 50x67cm, 2023
Buket Bal: Sanat, hayatının neresinde ve nasıl konumlanıyor? Bu ilişki nasıl başladı?
Tuğçe Diri: Ben hayat ve sanatın bir bütün olduğunu düşünüyorum. Yarı zamanlı bir üretme biçiminden ziyade, neredeyse tüm düşünme ve dolayısıyla üretme biçimlerini etkileyen bir yaşam biçimi. Ama eğer illa rakamsal bir oran verecek olursam; sanırım %90 ‘ı diyebilirim.
Karşılaştığımız her bilgi ve tecrübe, onu nasıl hayatlarımıza dahil edeceğimizle ilgili. Bu sayede durmuyoruz, karar verip ona enerji ve zaman ayırıyoruz. Düzenli tekrarlar yapabilmek için günlerimizi planlıyoruz. Tam bu noktada sanat, zamanımı şekillendiren en büyük etken. Boş kalmasını sevmeyen ve bunu aşılayan, zanaatkar bir ailede yetiştim. Çocukken de resim yapardım ve ailem de boş kalmayayım diye beni güzel sanatlar lisesine yönlendirdi. O zamanlar çok farkında değildim ama bugün hala onlara şükrediyorum.
B.B.: Üretimlerinde farklı malzemeler kullanmayı tercih eden ve bundan çekinmeyen bir sanatçısın; topografik, geleneksel ve modern anlatıları çok katmanlı biçimlerle ifade ediyorsun. Üretimlerin bu anlamda nereden besleniyor?
T.D.: Duygusal anlamda söylemek gerekirse; kaybettiklerimizden, hatırlamak ve yeniden görmek istediklerimizden ve tabi ki güzel olanı tercih etmemden. Açmak isterim.. Son dönem işlerim ağırlıklı olarak iki seriden oluşuyor: Mono-İzler ve Zanaatkarca Yineleme.
Mono-İzler, çok parçalı, çizgi şekiller ile bir bütün oluşturmak; anlık, jestüel ama belli bir simetri ve düzen içerisinde, kendini tekrar eden ve her seferinde (hareketinde) güzeli arayan resim-desenler olarak karşımıza çıkıyor. Birikmiş çöp yığınlarının şematik görüntülerini, zeminler üzerine jestüel bir tavırla aktarmaktayım. İlk bakıldığında herhangi bir doğa temsili uyandıran görsel, birbiri üzerine dizilen insan yapımı atıkların, molozların ve çöp birikintilerinin soyutlaştırılmış ve dönüştürülmüş izleridir.
‘Zanaatkarca Yineleme’ serisi ise bir dizi araştırma, okuma ve üretme döngüsü halinde çoğalan bir çalışmadır. Seride genellikle; değiştirilmiş, müdahale edilmiş, şehrin yaşantısı ile karışmış, tarihte yer eden mekanların yeniden izlenmesine odaklanıyorum. Bu bağlamda mekan ve bölgelerin temsili fiziksel yapısı, hafızada bıraktığı doku ve izleri yeni bir kurgu içinde resmediyorum. Tüm bu süreçte içerik ve formun en taze anında yakalanmasına olanak sağlayan desen, işlerimin ana pratiğini oluşturuyor. Dolayısıyla formel bir kaygıdan hareketle, her bir resim ve içerik için yeni bir teknik deniyorum. Seriler halinde çalışmamın da en büyük sebebi budur; ressamca deneyim.
Sevgili Derya Yücel‘in, 2022’ de ‘Mono-İzler’ sergim için yazdığı sergi metninden bir parçasını tam da buraya koymak isterim, ‘…Üretimlerinde, tarih, hafıza, kültür, doğa kavramlarını geleneğe yaslanan görsel kültürle harmanlayarak işleyen bireşimci bir ruhu yansıtan Tuğçe Diri, sanat ve zanaat bağlamında kültürel ayrımlar ve benzerlikleri biçimsel düzlemde çarpıştırır. Bütünsel ve dolaysız anlatımında sanatçı, Anadolu’nun tezyini motiflerinden Bizans sanatının stilize imgelemine, Japon estamplarının incelikli sadeliğinden Türk-İslam kaligrafisine, Doğu sanatının yazı-resim geleneğinden Soyut Ekspresyonizmin dinamizmine “temsil” ile “soyutlama” arasındaki sınırları aşındıran bir mirası devralır. Sanatçı, kaligrafik ritimler, tezhip, hat, bezeme gibi süsleme ve tezyini sanatlarla etkileşim, hareket resmi (action painting) ya da jest resmi (gesture painting) ile yakınlıklar kuruyor olsa da leke dokularında devingen, desenlerinde spontane oluşuma dayanan geometrik ve organik soyutlamalarında kendine özgü̈ girift bir çizgi dili geliştirmiştir.’
B.B.: Bir önceki soruya istinaden; malzeme seçiminin anlatılarınla kurduğu ilişki hakkında neler söylersin?
T.D.:
Çizgi: fırça ile çizgi, kalem (akrilik, yağlı) ile çizgi
Şekil: fırça ile şekil, kalem (akrilik, yağlı) ile şekil
Form: temsili olmasından ne kadar uzaklaştırabilirsem, bazen temsili de olur
Doku: fırça ile doku, kumaş ile doku, boya (akrilik, yağlı) ile doku, frotaj ile doku
Tüm bu saydığım pratikleri (her ressam gibi), içeriğe en uygun olanı bulana kadar deneyerek karar veriyorum. Tam da burası benim oyun alanım. İki boyutlu üretme pratiğim daha fazla, buna ek olarak bazen çerçeveleri de ayrıca düşünerek resmin okumasına dahil etmeyi seviyorum. El işçiliği ve zanaate önem veriyorum. Annemden aldım bu özelliğimi sanırım. Bu bağlamda hem kendi gelenek/kimlik sorularımı irdelediğim hem de çizgiyi ip ile bağdaştırdığım, el dikişi yaparak ürettiğim kumaş işlerim var. Tuval bezine yakın bir yüzey ve hissiyat verdiği için de tela kumaşını tercih ediyorum.
B.B.: Benim için eserlerin zamanlar ve kültürler arası olmakla beraber, kendi evreninden yansıyan organik formlarla izleyicisini anlatıcı olarak da konumlandırabilen; izleyicinin dünyasına da dokunan çok anlamlı bir yapıya sahip. Bu ilişki senin perspektifinden bakılınca ne tür bir yapıda?
T.D.: Müphem olanı sevmemden kaynaklı sanırım. Temsili olandan hareketle, bakışın sabitlenmesi, olanakların da kaçırılması anlamı taşır. Anlam dediğimiz şey çok katmanlı bir kere. Ben bu katmanlılığı, Doğu ve Batı kültürlerinin anlam zenginliğine, sentezine bağlıyorum. Üretirken, sonuca odaklanarak başlar, belirli bir tekrar ve pratik ile süreci yaşarım. Bu yüzden çizgiye öncelik veriyorum. Çizgiler ve dokular aracılığı ile bakan, kendi tecrübesi doğrultusunda görünmeyene sessiz bir yolculuk yapar ve kendince akıl yürütür.
B.B.: “Çizgiler ve dokular aracılığı ile bakan, kendi tecrübesi doğrultusunda görünmeyene sessiz bir yolculuk yapa ve kendince akıl yürütür.”
Aslında çizgiler ve dokular aracılığıyla kendi birikim ve eleştirilerini, sistematize ederek (kendine özgü bir sistem) sunuyorsun. Bu noktadan itibaren izleyici kendi tecrübe ve birikimleri aracılığıyla eserle bir ilişki kurabiliyor ve bunu derinleştirebiliyor. Hatta bu yolculuk çoğu zaman da koleksiyonları meydana getiren önemli bir deneyim. Eserleri oldukça önemli koleksiyonlara girmiş bir sanatçı olarak ülkemizde koleksiyonerlik senin için ne ifade ediyor?
T.D.: Koleksiyonerlik, sanat piyasası için oldukça önemli bir yere sahip, ciddi bir ortam ve yön tayin edici. Bunu tüm sanatların tarihinden de okuyabiliriz. Ülkemizde şu an bu ortamın çok değişken olduğunu düşünüyoum. Yaşadığımız her politik ve ekonomik durumun bu süreç üzerinde ciddi bir etkisi var. Adil, güven veren ve istikrarlı bir ortamı herkesin (sanatçının, sanat severin, galericinin, koleksiyonerin) arzuladığı bir dönem yaşıyoruz.
B.B.: Güncel ve gelecek projelerinden bahsedebilir misin?
T.D: Kısa bir süre önce yaptığım bir Ürgüp gezisinde beni çok etkileyen, külünk ustalarının mağara duvarlarını oymak için halen yaptıkları çekiç ile kazıma izlerine denk geldim. Aynı zamanda o yörede çok kullanılan bazı motifleri de duvara kazıyarak işliyorlardı. Belli bir jenerasyon sonra kalmayacağını düşündüğüm bu tekniği araştırmak ve üzerinden yeniden sürtme tekniği (frotaj) ile iz almak istiyorum. Bu sayede yeni bir seri başlamış olacak. 2024 Mayıs ayında, ‘Taşların Ardında; An ve Arşiv’ adıyla, Anna Laudel Galeri’de, solo sergim olacak. Son dönem işlerimin hemen hemen hepsini içeren işlerle hazırlıyorum sergiyi. Bu yüzden tüm odağımı şu an bu sergiye vermiş durumdayım.