16. istanbul bienali, yedinci kıta

16. İstanbul Bienali’nin başlığı bir film adını andırıyor; Yedinci Kıta’nın çağrıştırdığı imge böylesine güçlü. Pek çok kişinin bildiği gibi, bu terim şu anda okyanuslarımızın en az 3.4 milyon kilometre karesini kaplayan devasa bir plastik atık kütlesini ifade ediyor. Bu alan, Türkiye’nin yüzölçümünün neredeyse beş katı. Atıklardan oluşmuş yepyeni bir dünya. Ama Kristof Kolomb’un keşfettiği diğer “Yeni Dünya”dan farklı olarak, bu dünyayı biz farkında bile olmadan kendimiz yaratmışız. Yarattığımız şey, tam olarak istemediğimiz şey. Reddettiğimiz her şeyden oluşan bu kıta, Antroposen çağın nihai sembolü.

O milyarlarca atık parçasından bazıları hâlâ ayırt edilip tanımlanabilir nesneler halinde, bazılarıysa moleküllerine kadar ayrışmış. Bunların arasında bitkiler ve hayvanlar yaşıyor, dört bir yanlarını ise su ve okyanusun jeolojisi kuşatmakta. Yedinci Kıta inanılmaz derecede karışık ve girift bir ortam.

Bienali planlarken, bu dünya ile kabul edilen norm ve kültürlerin de neredeyse hücresel boyuta kadar parçalanmış halde olduğu kendi dünyamız arasında koşutluk kurdum. Her şey hızla değişiyor. Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, bu parçalanmanın sonucunda ya da belki buna tepki olarak, dünyadaki bütün ülkelerde milliyetçi hareketlerde artış yaşanıyor. Artık merkezler veya yekpare düşünme biçimleri yok, bir nevi ayrık düşünce takımadaları var denebilir.

İstanbul’a, yüzyıllar boyunca insanların ve ideolojilerin karşı karşıya gelip yoğrulduğu bu şehre, yeni “merkezsiz” dünyamızı, Yedinci Kıta’mızı keşfe çıkmaları için 26 ülkeden 57 sanatçı davet ettik. Onlar bu dünyanın antropologları olacak da diyebiliriz. Bienalde yer alan her sanatçının çalışmaları bir şekilde bu amaca gönderme yapacak.

Günümüzde sanatçı, eskisinden daha çok, mutlak öteki rolünü oynamalı, varolan ya da kabul edilen şeylere bağımlı olmayan, ayrı bir duruş ortaya koyan kişi olarak görülmelidir. Sanatçılar, bilinçsizce yarattığımız şeyleri bize gösterebilir. Kültürlerini değiştirip yeniden oluşturan, yeni kültürler yaratan kabile temsilcileridir onlar.

Bu yeniden yaratım, 16. İstanbul Bienali’nin anahtar temasını oluşturuyor. Örneğin, Pera Müzesi’nde, sanatçılar Norman Daly ve Charles Avery, insanı içine çeken iki yeni dünya yarattı. Piotr Uklanski, Polonya ile Türkiye arasındaki tarihi bir olayı yer yer gerçeklere dayanarak, yer yer de tamamen kurmacaya kaçarak irdeliyor. Bu arada, sanatçılar bir nevi teknolojik yaklaşım geliştirdi, bunlara yeni ayinler de eşlik ediyor. İnsan yapımı nesneler, insanlar ve diğer yaratıklar, bitkiler ve mineraller tıpkı okyanusta olduğu gibi, burada da sergi mekânında bir arada bulunuyor.

Ama asıl önemlisi, bütün bu sanatçıların yeni düşünceler, yeni araştırma alanları, araştırılacak yeni nesneler yaratıyor olması. Onlar bize mesaj getiren uzaylılar, yabancılar. Bana kalırsa, bütün bienalin mesajı da bu: Günümüzde, bu yeni dünyada hepimiz yabancıyız, birbirimize yabancıyız ve bu duruma alışıp bunu yaşamda işe yarar ve uygulanabilir bir şeye dönüştürmemiz gerekiyor.

Nicolas Bourriaud, Küratöryel Metin