Röportaj: Buket Bal
13 Haziran tarihinde Baksı Müzesi’nde ziyarete açılan, küratörlüğünü Chus Martinez’in üstlendiği, Vuslat’ın uzun zamandır üzerine çalıştığı Emanet; izleyicisini, kendi köklerini sorguladığı bir kurguya davet ediyor. Bayburt iline 45 dakika mesafede yer alan, Çoruh Vadisi’nin eşsiz manzarasına bakan bir tepede konumlanan Baksı Müzesi, misyonu bakımından Emanet sergisinin de önemli bir tezahürü aslında. Müzenin kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’ın; doğduğu topraklara yaşam birikimini taşıma çabasının sonucu olarak kurulan Baksı Müzesi, bu yanıyla hem günceli gelenekle buluşturan önemli bir kaynak; hem de gelecek kuşaklara aktarabilecekleri, emanet edebilecekleri anlamında önemli bir hafıza merkezi.
Bölge coğrafyasına ait olan malzemelere de üretimlerinde yer veren Vuslat; eserler ve mekân; eserler ve insanlar; eserler ve onları etkileyen anlatılar arasında bir akış yaratmayı amaçlıyor.
Vuslat’ın Emanet’i 30 Kasım tarihine kadar Baksı Müzesi’nde ziyaret edilebilir.
“Güçlü birinin emanetine sahip çıkmak, hepimiz için çok olası. Ancak görmezden gelebileceğimiz birinin, bazen küçücük bir serçenin emanetine sahip çıkmayı çoğu zaman göz ardı ederiz.
Peki, hayatın size emanet ettiği ve sizin bu emaneti göz ardı ettiğiniz, yeterince koruyup kollamadığınızı fark ettiğiniz ne var?
Sizi kendinize bu soruyu sormaya davet ediyorum.”
Vuslat
Buket Bal: Emanet, fikren ve alt metinleriyle kapsayıcı ve kuşatıcı bir Anadolu masalı gibi. Öte yandan hem felsefi hem de toplumsal anlamda herkesle temas kurabiliyor. Abidevi işleriniz, bölgenin topografik özelliklerinin de ilham kaynağı olduğu üretimleriniz mevcut. Tüm bunlar uzun bir çalışma sürecinin sonucunda ortaya çıkmış olmalı. Sergi fikri ne zaman ortaya çıktı ve dünden bugüne bu süreçte düşünsel manada neler yaşandı?
Vuslat: Londra’daki ‘Sessizlik’ sergim biter bitmez kille büyük formlar yapmaya başlamak aklımdaydı. O zamanlar henüz Baksı Müzesi’nden sergi teklifi almamıştım. Fakat Baksı’dan teklif geldiğinde, heyecanla kil ile ilk defa büyük boyutlarda çalışmaya başladım. Bu benim için eşsiz bir deneyimdi. Kilin kendine has bir dili var ve onun doğasına uygun çalışmanız gerekiyor. Baksı’nın olağanüstü hikayesini kuruluşundan beri izliyordum. Hüsamettin Koçan’ın bu vizyonuna ve coğrafyaya olan adanmışlığını, cesaretini takdir ediyor ve büyük saygı duyuyordum. Müzeye gittiğimde daha da etkilenmiştim. Bayburt’un çok ilerisinde bir köy, dağlar, dağlar, dağlar… Sürekli tekrarlanan harika bir coğrafya manzarasının ardından, ücra bir yerde, manzarayı bu kadar güzel yansıtan bir yapı ve bir çağdaş sanat müzesinin bulunması gerçekten etkileyiciydi. Sonrasında Hüsamettin Hoca, vakfın üstlendiği yeni projeleri benimle paylaştı. Hepsinin temelinde yatan yenilikçi yaklaşım; coğrafyadan ilham alan bir sanat programı geliştirerek yöre halkını bu projelere dahil etmek, yöre halkıyla birlikte, onlar için bir kültür kurumu yaratmak ve en önemlisi de onları dinlemeye, anlamaya, anlayışa yönlendiren bir vizyonla bu projeleri hayata geçirme fikri beni çok etkiledi. Bu bakış açısı hem benim hayata bakış açım, hem de kurduğumuz Vuslat Vakfı’nın hedefleriyle örtüşüyor. Kendi kişisel aile geçmişimden yola çıkarak, bu bölgenin tarihi ve kültüründen ilham alarak, bu süreçteki okumalarım ve çalıştığım kavramlardan beslenen, Chus Martinez ile diyalog halinde geliştirdiğim sergi ve atölyemde ürettiğim işler benim için olağanüstü bir yolculuk oldu. Müzenin programına böyle bir sergi içeriğiyle dahil olmak beni büyük bir heyecanla doldurdu.
B.B. Gelenekselle çağdaşı aynı zeminde buluşturan, geleneksel kültürü koruyarak gelecek kuşaklara aktarmayı misyon edinmiş Baksı Müzesi oldukça önemli bir kurum ve Çoruh Vadisi’ne bakan bir tepede, etrafı doğayla çevrelenmiş bir noktada yer alıyor. Bölgenin doğası da eserlerinize yön veren bir başka etmen. Bu noktada Baksı Müzesi, Bayraktar Köyü ve Emanet’in buluştuğu ortak zemin hakkında neler söylemek istersiniz ?
V. Benim anne ve baba tarafım çok uzun yıllardır, bildiğim kadarıyla yüzyıllardır Gümüşhane Kelkit bölgesindeler. Anne ve babam da yirmili yaşlarında birlikte İstanbul’a taşınmışlar. Ben İstanbul’da doğdum. Çocukluğumda Gümüşhane ve Kelkit ile fiziksel bir bağım olmamıştı. Fakat annem ve babamın anlattığı hikayeler, çocukluk hatıraları, edindikleri öğretiler ve gelenekler, benim yaşamımda da çok etkili oldu ve günümüzde de ben ve kardeşlerimin kişiliğinin mutlak bir parçası oldular. Zamanla da sanat yolculuğumda köklerime yönelik bir merak doğdu. Baksı Müzesi’nin bu sergi teklifiyle çok heyecanlandım. Uzun zamandır dünyadan soyutlanıp köklü coğrafyamın ve Anadolu kültürünün derinliklerine dalmak istiyordum, ancak bugüne kadar buna fırsatım olmamıştı. Fakat böyle bir proje sayesinde bu fırsatı yakaladım. Kişisel bir yolculuğa çıktım ve düşüncelerimi bir kenara bırakıp kalbimi tamamen açarak bu coğrafyanın bana ne söyleyeceğini dinlemek istedim. Oraya vardığımda doğa ile konuştum, coğrafya ile etkileşime girdim. Sığır kuyruğu bitkileri, Çoruh Nehri, Karasu Nehri, Kop Dağı… hepsi bana seslendi. İlk defa doğayla ilgili bu kadar kapsamlı ve derinlikli bir araştırma ve okuma yaptım. Doğanın her bir varlığını bir şölenle nasıl kutlayabiliriz? Varlıklarının farklı boyutlarını nasıl hatırlatabiliriz? Ve bir kuru bitki bile olsa, o kuru bitkiyi nasıl hem şanlandırır ama hem de ölümsüzleştiririz? Bunları sorguladım. Bu coğrafyada sadece aile köklerimle değil, bir zamanlar yan yana yaşayan, zaman zaman çatışmalar yaşamış fakat buna rağmen uyum içinde de yaşamayı bilmiş farklı kültürlerle de karşılaştım. Eski Gümüşhane’ye gittiğinizde bir Ermeni kilisesi, bir Rum kilisesi ve bir cami arasında kısa mesafelerde varlıklarını sürdüren, ancak şimdi terk edilmiş yapılar görüyorsunuz. Bugün bu eski yapılar tekrar canlandırılmaya çalışılıyor. Birbirimize kültürü nasıl emanet ettiğimiz ve nesilden nesle nasıl aktardığımız konusunda unuttuğumuz sırlara dair bir şeyler söylüyor gibi. Bu düşüncelere kafa yordum.
B.B. Emanet, sizin doğayla, köklerinizle kurduğunuz bir bağın temsili öte yandan serginin bu bağlara duyulan saygıyla da ilişki kuran bir yanı var. Kültürel, toplumsal veya kişisel olarak köklerine bağlı olmak, öz’e/özüne saygı duymak ve tüm bu aidiyetleri sahiplenmek sizin için ne anlama geliyor ?
V. Emanet kavramı, coğrafyamızda son derece önemli ve değerli bir anlam taşır. Temelde saklama ve koruma anlamına gelir. Size emanet edilen bir şeyi, sanki kendininmiş gibi hatta ondan daha fazla değer vererek korumak ve sahip çıkmak demektir. Aynı zamanda, nesiller boyu taşınması ve elden ele aktarılması gereken kıymetli bir durumu ifade eder. Emanet verme, iki taraf arasında bir ilişki başlatır ve güvene dayalı güçlü bir bağ oluşturur. Bu güvene dayalı bağ, birlikte yaşamamızın teminatıdır. Aslında Anadolu’da da hepimizin birbirimize emanet olduğu bir anlayış vardır; bir anlamda herkes birbirini koruyup kollar. Bazen biraz fazla sahip çıkarız birbirimize. Toplumumuzda bireysellik teşvik edilmediğinden bazen bu durum dezavantajlı hale gelebilir. Ancak herkesin birbirini koruyup kollaması, birbirinin işine hem sahip çıkması hem de müdahil olması, emanet kültürünün güçlü olmasından kaynaklanır. Anadolu’da var olan bu kültürün güzel tarafı; yani hepimizin birbirine sahip çıkması, günümüz dünyasında son derece gereklidir. ”Ben” toplum olmaktansa, ”biz” toplum olmak böyle bir şeydir. Biz toplumun bir özelliği emanettir ve ne yazık ki biraz da unutulmuş bir kavram haline gelmiştir.
B.B. Üretimlerinizin tamamı kendine has bir çekirdeğe ve büyüye sahip. Her biri aynı zamanda bir bütünün çok önemli parçalarını da oluşturuyor. Kısaca Emanet’in kendi kozmosu, büyülü bir atmosferi ve kurgusu var. Chus Martinez gibi önemli bir küratörle bu projeyi inşa etmiş olmak Emanet’in ünik atmosferine neler kattı?
V. Chus Martinez, bir küratör olarak bu projede yer almasının ötesinde çalışmalarımı ilk gördüğü zaman bana sadece dışarı çıkmam ve yıllarca kendime ait bir alanda sanatımı icra ettikten sonra kabuğumdan çıkıp çalışmalarımı sergilemem gerektiğini söyledi. Bu, yeni bir kariyere başlamam için ihtiyacım olan itici güç oldu. Bu sergiye hazırlanırken de düzenli olarak bir araya geldik ve denemediklerimi denemek; çalışmadığım malzemeleri bulmak ve keşfetmek, bunlarla nasıl çalışabileceğimin yollarını aramak gibi konularda oldukça cesaretlendirici bir yaklaşım ile benimle çalıştı. Tüm bunları yapmak bir sanatçı için cesaret gerektiren şeylerdi. Özellikle de sergi mekanı bir kurum olduğunda. Chus ile diyaloglarımızda okuduğum ve çalıştığım kavramları farklı açılardan sorgulaması, atölyede yaptığım çalışmalara verdiği geri bildirimler, düşünce sürecimde bana soruları ve sorgulamalarıyla eşlik etmesi serginin bir araya gelmesi ve oluşmasında belirleyici oldu.
B.B. Üretimlerinizde kullandığınız materyaller hem Emanet’in anlatısıyla hem mekanla hem de Baksı’nın bulunduğu iklimle çok kuvvetli bir bağ kuruyor. Malzeme seçiminizin serginin imlediği anlamlarla kurduğu ilişkiyi nasıl tanımlarsınız ?
V. Bu sergimde çok geniş bir ilişkiyi araştırıyorum. Kendimizle, doğayla, güçsüz olanla, sessiz olanla, tarihle, geçmişle ve gelecekle, köklerimizle kurduğumuz bağları araştırdığım bir sergi bu. Bir sanatçı olarak benim için farklı malzemelerle çalışmak, yeni malzemeleri keşfetmek çok heyecanlı. Bunun araştırma süreci de çok heyecanlı. Bu coğrafyada malzeme alanım çok genişledi. Burada doğanın kendisi; coğrafyanın kendisi bana pek çok şey sundu o anlamda. Sığır kuyruğu adlı bitkiler ki bunlar şifalı ve bölgeden topladığım bitkilerdi. Gümüş ise bu bölgenin madeni. Gümüşhane’nin ismi buradan geliyor. Bu coğrafyanın yüzyıllardır güçlü ve her anlamda zengin olmasının önemli bir sebebi bölgedeki gümüş madenleri. Gümüş madeninin bir özelliği daha var, gümüş her şeyi hızlandırır. Fikirlerin, niyetlerin hızla yayılmasını sağlar. Ben de bu bitkiyle yaptığım heykeller aracılığıyla doğayı onurlandırmak, onun şifacı gücünü ve güzelliğini hatırlamak ve taçlandırmak istedim. Doğayla kuracağımız eşit ilişki yaklaşımının hızla yayılmasını umuyorum. Gümüş ile bu bitkileri kaplayarak bu sıradan görülen ve her yerde var olan bir bitkiyi şanlandırmak ve ölümsüzleştirmek istedim. Bayburt’tan bölgeden topladığım taşlardan ve topraktan doğal pigmentler oluşturdum, bunları da resimlerimde kullandım. Doğadan elde ettiğim renkleri çok sevdim. Müthiş güzel sarılar ve o coğrafyanın renkleri var içinde. Serginin üst katında ise füzen ve pasteli karıştırarak dokulu kâğıtlara yaptığım küçük desenlerim var.
B.B. Nesnel olandan öznel olana bir yolculuk olan Emanet; izleyicisini, onlara emanet edilenleri sorgulamaya da sevk ediyor, böylelikle sergi ve izleyici arasında natural olarak bir ilişki kuruluyor. Sergiyi izleyici ile kurduğu bu natural ilişki bağlamında nasıl anlamalıyız? Serginin bu yanıyla iyileştirici bir gücü/anlatısı var mı?
V. Serginin, izleyiciyi kendine sorular sormaya çağırdığım bir kurgusu var. Çünkü uyanışa ihtiyacımız var. Doğayı sadece dinlemek yetmez, onun gücünü fark etmemiz de gerekir. Modernizmle birlikte şişirilmiş bireysel ego, her şeyin üstesinden gelebileceğimizi ve hatta doğaya sahip olduğumuzu düşünmemize yol açtı. Ancak geçtiğimiz aylarda yaşadığımız deprem gibi felaketler sayesinde doğa bizi uyandırıyor. Doğanın doğasına saygı göstermeliydik. Bu, ilişki kurmak için önemli bir adımdır. Doğayla yeniden tanışmalı, ona merakla bakmalıyız. İlişkimizde her zaman bir merak duygusu olmalı ve doğayı samimi bir şekilde anlamaya çalışmalıyız. Hızlı bir şekilde düzeltilmezsek, tehlikeli bir yolculuğa doğru ilerliyoruz. Doğayı, sanki hiç tanımadığımız bir arkadaş gibi keşfetmeliyiz. Merak duygusuyla yaklaşırsak, ilişkimizi farklı bir boyuta taşıyabiliriz. Sergi alanının sonunda izleyicileri kendileriyle baş başa bıraktığım bir kısım var. Onlara geçmişten bugüne neyi emanet aldıklarını ya da geleceğe neyi emanet etmek istediklerini; aynı zamanda emanet aldıkları şeylere ne kadar sahip çıktıklarını sorgulamaları için alan yarattığım bir yer. Burada kendilerine itiraflarda bulunabilecekleri ya da geleceğe dair dileklerini yazabilecekleri kağıt ve kalemler var. Onları bu uyanışı birlikte yaşamaya davet ediyorum.
B.B. Önümüzdeki dönemde bizleri bekleyen başka projeleriniz var mı?
V. Yola ilk çıktığımda emanet kavramını doğum ve ölüm arasında arıyordum ancak serginin hazırlık sürecinin bitimine doğru emanetin çok daha geniş bir alanla, süreklilik ve sonsuzlukla olan ilişkisini fark ettim. Bu serginin sürekliliği ve genişlemesi bu açıdan benim için çok önem taşıyor. Sergiyi başka coğrafyalara da taşıyabilmek ve bu sayede daha çok izleyiciye bu nosyonu sorgulatabilmek, emanet kavramını tanıtmak, birlik olabilmek için farkındalığı bu sergi vesilesiyle arttırabilmek benim en büyük arzum.
fotoğraflar Baksı Müzesi izniyle kullanılmıştır.