İnsan yeryüzünde yaşayan ilginç bir varlıksa eğer, bu özelliğini yalnızlığı ve yalnızlığına dayanamaması oluşturuyor. Yeryüzünün diğer canlıları kendilerine ait dünyalarında yalnız olduklarını bilmeksizin yaşıyorlar, yaşayabiliyorlarsa veyahut toplu haldeler ve bundan hiçbir şikayetleri yok.
İnsansa kendisiyle olduğu her düzeyde, aşamada yalnız. Ama yalnızlığına tahammülü yok insanın. Fizik evreninde de ruhsal dünyasında da yalnızlığını sevmiyor. Yalnızlığında direnmesi insanın patolojik bir durum-sadece. Ama yalnızlığından da vazgeçmek istemeyen bir yanı var. Gene de felsefe tekil insanı hiç tanımlamadı fakat onu toplumsal varlık olarak nitelendirmesini bildi. Oysa bugün yalnızlık her gün biraz daha büyüyor. Buna toplumsal yalnızlık demek gerek. Belki daha fazla, her gün biraz daha da fazla ‘toplumsal’ yaşıyoruz ama bunun yalnızlığımızı büyütmediğini kim söyleyebilir?
Bir de kentler var. Sokak, meydan ve apartman dairesinden oluşuyor kentler. Atomistik ve çoğul. Kent toplumsallığın ve atomizmin mekanı. Üstelik biliyoruz: kalabalıklar içinde yalnız olmak mümkün, ama kalabalıkların yalnız olduğu söylenemiyorsa, neden? Kalabalık yalnızlık, yenilmek mi demek, ezilenler mi demek, kıyıda kenarda kalmış olanlar mı demek?
Hamlet ‘olmak ya da olmamak/mesel bu’ diyordu. Ne demek istiyordu, ‘olmak’ derken, yalnız olmak mı, kalabalık olmak mı? Hala mesele o! O nedenle: kent şimdi, belki de, en çok, bu demek: yalnız ve kalabalık…
Yalnız ve kalabalık: büyük savaş. Daima.
Hasan Bülent Kahraman