14.03.2015 – 25.04.2015

 

Sergi adını Virgina Woolf’un ‘Kendine Ait Bir Oda’ adlı romanından alıyor. Woolf, bu romanında kadının kendine ait bir odası olmasının, kadının üretimini ve yaratıcılığı etkileyen en önemli unsur olduğunun altını çiziyor. Kitap Woolf’un, ‘Neden Shakespeare gibi bir kadın yazar yok?’ sorusuna cevap olarak yazdığı romanıdır… Woolf’dan yaklaşık 85 yıl sonra sanatçımız Manolya Çelikler, bu kitabı kendi üslubuna göre yorumlayarak bir sanat eserine çevirdi. Bugüne kadar yapılanın aksine, artnivo.com’un Online Sergisi’ni, Artnivo.com’un kadınları Şebnem Alp Alkın, Özlem Ünsal, Özge İnal yapıyor ve kadın üzerine üretilen işlere odaklanıyorlar.

Sanat tarihine dönüp baktığımızda ‘kadın’ imgesinin hassas ve problemli bir başlık olduğunu görüyoruz… Bu konuda iki nokta dikkat çekiyor; birincisi izleyicinin ve/veya koleksiyonerin erkek olduğu düşünülerek yapılan resimler. Dönemi ne olursa olsun, Oryantalist, Kübist veya Barok, bu resimlerde güzel kadınlar, estetik pozlarda izleyicinin gözlerinin içine bakıyor… Ingres’nin “Les Grande Odalisque”ını, Monet’nin “Olympia”sını, Rembrandt’ın “Danae”sini hatırlayacaksınız. Bir diğer nokta ise, tarihte adı bilinen kadın sanatçı sayısının iki elin parmağını geçmemesi. Adı bilinen kadın ressamların çoğunu da başka bir ünlü ressamın eşi ya da kardeşi olarak tanıyor olmamız. Camile Claudel’i Rodin’in sevgilisi olarak, Gwen John’u Agustus John’un kız kardeşi olarak öğrenmiştik. Başta Linda Nochlin olmak üzere pek çok eleştirmen ve sanat tarihçi bu konuyu ele alan makaleler yazdılar ve araştırmalar yaptılar. Hatta bu araştırmalar sonucunda 1960’larda Feminist sanat doğdu… artnivo.com’un bünyesinde kadının sosyo-politik ve kültürel güncel konumu üzerine iş üreten, sanatını konumlandıran bir kaç kadın sanatçıyı görüyoruz. Hepsinin bir birinden güçlü farklı medyumlarda ve farklı anlatımlara sahip işleri mevcut… Ama serginin seçkisinde hem kadın hem erkek sanatçılar yer alıyor.

Bu ayki ‘Online Sergi’miz için artnivo.com’un üç kadını olarak kadın temasına istinaden üretilen işlere odaklanırken; Özlem Ünsal bir sanat tarihçisi olarak ve kadın gözüyle erkek sanatçıların kadınlığı nasıl yorumladıklarına bakıp, Alper Aydın (21. Yüzyıl Kibeleleri), Ali Şentürk (Paspas) ve Bedri Baykam’ın (Artist’s Proof) farklı tekniklerdeki işlerini seçti. Özge İnal, sosyolog kimliğiyle kadının toplumsal özgürlük alanına ve doğasına odaklanan sanatçılar olan Jacquelin Roditi (The Orgasm), Zeynep Beler (Black Eye) ve Manolya Çelikler’in (Bulma!-ca) işlerini sergiye dahil etti. Şebnem Alp Alkın, koleksiyoner ve sanatsever gözüyle seçtiği işlerde kadının toplumsal belleği ve duygusal iç dünyasıyla temas eden eserlerin sergiye dahil olması için, sergiye adını veren işin sanatçısı Manolya Çelikler (Kendine Ait Bir Oda), Hayal İncedoğan (Seni Olduğun Gibi Seviyorum) ve Leyla Emadi’nin (Kız Gibi Karı Gibi) işlerinden bir seçki yaptı.

Kadın sorunlarına eğilen ve işlerinde de kadınsı bir deneyim olan dikişi kullanan Manolya Çelikler’in “Kendine Ait Bir Oda” adlı işi Virginia Woolf’un aynı adlı romanına işlenmiş Virginia Woolf portresi. Online sergiye adını veren bu iş, Woolf’un yazar kimliğinin gücünün ve kitabın bir esere dönüşmesinde sanatçının rolünün yanı sıra işin sunuş biçimiyle de dikkat çekiyor. Manolya’nın bir sergide yer alan bir diğer işi ise kasnak üzerine bulmaca şeklinde işlediği “Bulma!-ca” adlı işi. Sanatçının bu işinde toplumda kadınların cinsellikleri üzerinden etiketlenerek nasıl baskı altına alındığı ve aşağılandığı seyirciye hatırlatılıyor. Gündelik hayatımızda aşinalığımızın oluştuğu bu etiketler, neredeyse sabah kahvemizi içip bulmaca çözerken karşımıza çıkacak kadar yaygınlar. Sanatçı, bu kelimeleri kumaş üzerinde kırmızı ile işaretleyerek, erkek egemen toplumda kadınlara uygulanan sözel şiddeti, bize insan kanını hatırlatan kırmızı renk ile öne çıkarmış. Kadının cinsel özgürlüğünü reddeden bu kelimeler, genelde kadınlar tarafından kullanılan, emek gerektiren işleme tekniği ile bize verilmiş.

Manolya’nın “Bulma!-ca” işinde kadına dair yüklenen sıfatlarla karşılaşıyorken Leyla Emadi’nin işinde ise kadına dair başka bir etimolojik anlam problem karşımıza çıkıyor. Leyla Emadi’nin “Kız Gibi Karı Gibi” işinde yine kullandığı medyum olan halatın dikiş ile yazı haline getirilmesi ve çağdaş sanatta çok kullanılmayan bir medyum olması işi ilginç kılıyor. Kız gibi ve karı gibi lafları kadını aşağılayan ve dilimize yerleşmiş hatta kadınlar tarafından bile sıkça kullanılan deyimler olması, işi çarpıcı hale getiriyor.

Hayal İncedoğan da kelime ve cümlelerin ‘anlam’larına odaklanarak yaptığı bir işiyle sergiye dahil oluyor. Sanatçının neon kullanarak yazdığı “Seni Olduğun Gibi Seviyorum” cümlesi ayna ile birlikte var oluyor. Ayna yazının izleyici ile etkileşime girmesine sebep oluyor ve işi interaktif kılıyor. Bu yerleştirme belki de bir kadının bir erkekten en çok duymak isteyeceği cümle olarak sergiden akılda kalan parça oluyor. İşe yaklaştığınızda aynadan kendinizi görmeniz aslında ilk önce kendimizi olduğumuz gibi kabullenip sevmemizin gerekliliğini anlatıyor.

Sergide yer alan kadın sanatçıların yanı sıra erkek kimliği ile ürettiği işlerinde kadına dair okuma yapabileceğimiz sanatçı Ali Şentürk. Sanatçının “Paspas” adlı enstalasyonu, erkek gözünden kadın tavırlarını ele alan bir iş niteliğini taşıyor. Kadın – erkek ilişkilerini bu işte, anne-oğul bağlamında görüyoruz ki bu anne-oğul ilişkisi belki de kadın-erkek iletişiminin en temel hali… Ali’nin annesiyle evden ayrılırken kapıda yaşanan diyaloglarını içeren “anne tembihlemeleri” üzerine bir güzelleme bu iş. Hepimiz için tanıdık ama uzaktan bakınca Türk kadının anneliğine sosyolojik bir bakış olarak okumaya açık…

Sergideki bir diğer erkek sanatçı ise Alper Aydın. Ülkemizde land-art yani arazi sanatıyla ilgilenen sanatçının azlığına karşıt Alper Aydın’ın bu konudaki çalışmalarıyla dikkat çeken bir isim. Sanatçı sergiye, “21. Yüzyıl Kibeleleri” adlı işiyle katılıyor. Anadolu’daki Kibele kültünü erkek gözüyle yorumlayan sanatçı, doğada bulduğu kemik parçalarını boyayarak Ankara yakınlarındaki bir araziye yerleştirip fotoğraflamış. Fotoğraf sanki Kibele’ye adanmış toprak tanrıça heykellerini anımsatıyor. Arazinin dokusunun başka bir gezegeni akla getirmesinin yanı sıra hayvan kemiklerinin form olarak Kibele heykellerini anımsatması gerçekten ilginç. Görünce ‘doğa kadının yanında’ dedirtiyor insana…

Kadının doğasına istinaden üretilen bir diğer iş ise belki de kadının özüyle en derin noktada buluştuğu an olan orgazm anını donduran Jacqueline Roditi’nin fotoğrafı. “The Orgasm” adını taşıyan bu fotoğrafta orgazm anında bir kadını seyrediyoruz. Fotoğrafın yalınlığının, ışığın sade ve yumuşak kullanımının yanı sıra, işin gücü kadın figürün bize doyum noktasındayken, kadının en güzel ve özgür anındayken gösterilmiş olmasından geliyor. Roditi, sessiz bir sunuşla ve doğallıkla, sokakta pek de konuşulmayan bir gerçeği, kadın orgazmını seyirciye sunuyor. Kadının cinselliğine dair kapalı bir okuma yapan Zeynep Beler ise sergide “Black Eye” adlı işiyle yer alıyor. Black Eye isimli resimde Beler’in pornografik bir kareden aldığı bu görüntü, girift ve karmaşık, hatta çoğu birey için açıkça kafa karıştırıcı olan vajina imgesi olarak karşımıza çıkıyor. Kadınların vajinalarından bile bahsetmeye hakkı olmadığını devlet bizlere bağırırken, Zeynep Beler zeki ve esprili bir biçimde, galaksiyi kendini tatmin eden bir kadın olarak resmediyor. İşlerinde çoğunlukla görsel bellekte depolanan görüntülere referans veren Beler, bu sefer de sansürlenecek çıplaklıktaki bir görüntüyü devasa galaksiyi kullanarak metaforize ediyor ve bizi gülümsetiyor… Aynı zamanda Gustave Courbet’nin meşhur ve sansasyonel “L’Origine du Monde” resmine gönderme yapan Beler, bu sefer vajinayı dünyanın başlangıcı olarak değil, galaksiyi kadının oyun alanı olarak resmediyor. Sergide yer alan tüm sanatçıların dışında kalan bir yaklaşım biçimine sahip olan isim ise Bedri Baykam. Bu iş sergide hem baskı olması sebebiyle hem de sanatçının kadınlarla kurduğu ilişkiyi gözler önüne sermesi açısından diğerlerinden ayrışıyor. Bu işi ilginç kılan noktası, adı! İşin adı, hem türüne hem de işin içeriğine gönderme yapıyor. “Artist’s Proof” adlı işin kompozisyonunun ana ögesini yarı çıplak bir kadın figürü oluşturuyor. İzleyiciye bakan ama bir yandan da bedenini izleyiciden saklar bir pozisyonda duran kadın figürünün yer aldığı iş, ismiyle başka farklı bir okumaya imkan sağlıyor. Baskı işlerde, bu proje için yapılan resmin belirli sayıda çoğaltılmasının ardından belirli sayıda bir kısmı sanatçıya ayrılır ve bu sanatçı tarafından saklanır, satılamaz. Bu noktada, resimdeki kadın ‘sanatçıya ait olan’ olarak okunabilir… Virgina Woolf ve Shakespeare ile bugünde yaşasalardı nasıl bir yazar olurlardı, hangisi daha çok bilinen bir yazar olurdu bilemiyoruz… Belki de bütün mesele ‘kadın olmak ya da olmamaktır’ veya ‘bir odaya sahip olabilmek ya da olamamaktır’…

Sergideki sanatçıları inceleyin:

Hayal İncedoğan

Jacqueline Roditi

Zeynep Beler