18.05.2016 – 16.07.2016
Hande Oynar Seçkisi
Son birkaç yıldır takvime değil, bana göre bahar geldiğinde Walt Whitman’ın ”Çimen Yaprakları”nı (Leaves of Grass) okuyorum.
Kendimi övüyorum, kendimi anlatıyorum,
Bende olanlar sizde de olacak,
Çünkü bendeki her atom benim olduğu kadar sizindir de.
Sere serpe ruhumu çağırıyorum,
Eğilip koyveriyorum kendimi yeşeren yaz çimenini gözleyerek.
Dilim, kanımın her atomu, bu topraktan oluşma, bu havadan,
Burada doğmuş ana babalardan doğma, onların da ana babaları
burada doğmuş, onların da, onların da,
Ben, otuz yedi yaşımda bugün, sağlık içinde başlıyorum,
Ölünceye kadar durmama umuduyla.
Ne kadar karmaşık bir ruh hali içinde olursam olayım, ne kadar belirsizlik ve hatta korku ile örülü bir senaryo içerisinde yaşadığımı hissedersem hissedeyim; baharın gelişini bilinçli bir şekilde kutluyorum. Buzla kaplandığını, fırtınada eğilip büküldüğünü gördüğüm erik ağacının önce beyaz çiçeklerinin, sonra küçük yeşil meyvelerinin belirmesi, güneşin bir gün teklifsizce sırtımı ısıtmaya başlaması az buz şey değil. ‘Sahte ölüm’den uyandığımız her gecenin sabahı gibi, her kışın da bir baharı olduğuna her sene tekrar şahit oluyor ve yine şaşırmayı başarıyoruz.
Doğanın milyonlarca yıldır anlattığı bu canlanma ve yeniden doğum hikayesinden ilham almaya, bu sene belki her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Sadece birkaç hafta önce rastlantısal bir şekilde kurtulduğumuz ama ilk kez bu kadar yakınımızda hissettiğimiz ölüm, benim yaşama ve yaratma isteğimi yoğunlaştırıyor. Ancak tomurcuklanarak topraktan aldığımız suyun ve güneşten aldığımız ısının hakkını verebileceğimizi düşünüyorum.
Bu kişisel seçki, bana baharın beraberinde getirdiği temaları çağrıştıran işlerden oluşuyor. Sibel Diker’in pleksiglas çekmeceler içine koyduğu toprak ve ektiği bitkilerden oluşan yerleştirmesi; boyutları ve kullanım alanı son derece belirli plastik ile içinden düzensizce fışkıran canlıların zıtlığıyla ”İçeride Bir Şeyler Dönüyor” adının hakkını veriyor. Kolektif hafızamızda yer etmiş duygusal şarkı sözlerini, duygusallıktan uzak endüstriyel neon ışıklarla bize hatırlatan Hayal İncedoğan ise ayna üzerine yerleştirdiği “Bir İhtimal Daha Var” işiyle, her anda bir değil, sonsuz ihtimalin varlığının altını çiziyor. C.M. Kösemen’in “Dendera”sı adını, ölüp dirilen Mısır Kralı Tanrı Osiris’e adanmış bir şapelin tavanındaki zodyak kuşağı kabartmasından alıyor. Mitolojiye göre, doğa ve büyü tanrıçası İsis, taht için öldürülen kocası Osiris’in soyunu devam ettirmek için onu diriltip doğan başlı Horus’u doğuruyor.
Yeniden doğum perspektifinden bakınca, Volkan Kızıltunç’un ”Last Child in the Woods” serisinden “Göldeki Kadın” fotoğrafını da bir vaftiz hikayesi olarak okumak mümkün. Pembe çiçekli elbisesiyle suya giren kadının, seriye adını veren Richard Louv’un kitabında anlattığı Doğa Yoksunluğu Sendromu’ndan muzdarip milyarlarca şehirliden biri olduğunu düşünüyorum. Şehirli insanın doğaya ve kendine dönüşü, Hristiyan inanışındaki günahlardan arınma ve yeniden doğma ritüeliyle benzerlik gösteriyor.
Öte yandan yalnızca konu itibariyle değil, malzeme kullanımı açısından da materyale yeniden hayat veren işleri de seçkime katıyorum. Özge Topçu’nun Buckminster Fuller’ın jeodezik kubbesini anımsatan “Kümes II” isimli heykelinde bulaşık telleri ve Volkan Aslan’ın sevimli çıkartmalar ekleyerek dönüştürdüğü “Kıymetli Büyüklerim” isimli siyah-beyaz aile fotoğrafları yeni hayatlarına sanat eseri olarak devam ediyorlar.
Sena’nın yağmur suyunda kalmasına izin verip güneşle kuruttuğu, içinde kadının benzersiz yaratım gücünü barındıran müthiş deseni “Healer”ı ve hoş bir tesadüfle, benim bu seçki için düşündüğüm temanın derinliklerinde uzun süredir yol aldığını öğrendiğim Halil Vurucuoğlu’nun Jung’un yeniden doğum arketipi üzerine kurduğu sergisinden “Reborn” işini de serginin merkezine karşılıklı yerleştiriyorum.
Hande Oynar