“…Çok şehir, çok beton, yok: insan!” / Yılmaz Odabaşı
Türkiye’de 1950’lerden sonra endüstrileşmeyle birlikte şehirlerde işçi açığı başlamış, kentleşme büyük bir ivme kazanmış ve kentlerde yaşayan nüfus oranı büyük oranda artmıştır. Kentliliğin bir statü değişimi olarak görülmesinin yanı sıra sosyo-psikolojik faktörler de kentleşmede önemli bir role sahip olmuştur. 90’lardan itibaren köy boşaltmalarıyla birlikte başlayan zorunlu göçler, sanayileşme ve makineleşme, doğal ve ‘insani’ afetler sonucunda kentler, halkların mecburi sığınakları haline gelmiştir. Hal böyleyken kent çeperlerine itilen, varoşlarda mekan bulan ve buralara entegre olmaya çalışan insanlar daha sonraları buralardan da çıkartılacaklardır.
Psikososyal açıdan anlaşılması ve değerlendirilmesi gereken bu durum, bugün iktidarın çözüm olarak adlandırdığı kentsel dönüşüm konusunu gündeme getirmiştir. Kentsel dönüşüm planlarıyla şehirleri finans merkezine dönüştürmeye çalışan, devlet ve sermaye eliyle yürütülen projeler, ne içlerinde bulundukları kente ne de uygulandıkları bölgelerin sakinlerine artı değer katmayan, yarattıkları rantı yerinden edilmekten başka çıkar yolu kalmayan halkla paylaşılmayan, kamu yararı fikrinden uzak projelerdir.
Büyük kültür miraslarımızın ruhsuz, ölü ve bunaltıcı bir beton yığınına dönüşmesine şahitlik ettiğimiz, inşaatlar ve yükselen binalar arasında küçüldüğümüz bu günlerde “Açık Şehir” sergisinde Deniz Aktaş ve Özge Topçu’nun farklı medyumlar kullanarak ürettikleri çalışmalar, günümüz kentinin sürekli devinim halindeki, hem dikey hem de yatay düzlemde genişleyen, bu açık-uçlu yapısına atıfta bulunuyor.
Çalışmalarında, kentin hafızasında yer eden travmaları, insan ve mekan ilişkisi üzerinden irdeleyen Deniz Aktaş’ın galeri girişinde izleyiciyi sorular ve cevaplar arasında ölümü gerçekleşmiş bir yapıyla karşılayan kağıt işi, bir yıkıntının altında kalan kültürün, dilin, hafızanın ve hayallerin arasından yükselen bir sesi işaret ediyor.
Sanatçı, küçük bir doğu kasabasından kente ‘düştüğü’ günden bugüne şantiye alanına dönüşen İstanbul’da deneyimlediklerini, “Yapım Aşamasında” isimli serisinde büyük bir titizlikle resmettiği inşaat halindeki tamamlanmamış yapılarda sorguluyor.
Aile-birey-ulus kimliği inşası ve mimarı ile propaganda gibi araçların bağlamları, uzamları ve mekanları üzerinde oynamalar yaparak, bunları yeniden kurguladığını ifade eden ve bunu yapıbozumcu üslupla anlatan Özge Topçu’nun “İstihale Buhranı”, 2014 künyeli işinde bu söylemini doğruluyor. İş, sanatçının Modernist Türk Mimarisi’nin Ankara’daki devlet binalarında gerçekleşen erken örneklerini inceleyen ve çeşitli medyumlar üzerinde deforme eden çalışmalarını içeriyor.
İlk bakışta bir yemek masasını andıran “The Presence II” isimli yerleştirmesinde günlük hayatımızda kullandığımız objelerle kent ve mimari tasarımların maketlerini yeniden inşa eden sanatçı, objelerin formlarını öne çıkararak, dönemin bitip tükenmek bilmeyen inşaat handikaplarını tasvir ediyor.
Yaşayan organizmaların içerisi ve dışarısında hafızanızı yenileyeceğiniz ve tarihin katledilen dokusuna tekrar şahitlik edeceğiniz “Açık Şehir” sergisi 19 Mart’a kadar Pilot Galeri’de görülebilir.
Ezgi Yıldız
Sergileme görüntüsü / Fotoğraf: Rıdvan Bayrakoğlu